Barış mı dediniz?
Washington’da 27 Haziran’da Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DKC) ile Ruanda arasında bir barış anlaşması imzalandı. ABD ve Katar arabuluculuğundaki bu imza töreni, ilk bakışta bölge için umut verici bir gelişme gibi sunuldu. Ama biraz yakından bakınca tablo çok daha karmaşık. Anlaşmanın servis edilen simgesel fotoğrafı düşündürücü: ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ruanda ve Kongo dışişleri bakanlarının ortasında el sıkışıyor. Arkalarında ise dev bir Colin Powell portresi. 2003 Irak işgal ve talanının mimarlarından Powell’ın gölgesinde barış imzalamak, herhalde tarihsel ironinin zirvesi. Barış anlaşmasının perde arkasına bakalım. Gerçekten barış mı geliyor, yoksa başka planlar mı devrede? Hem Kongo halkı hem de büyük güçler bu işten ne kazanacak, ne kaybedecek!
ARKA PLAN: MADENLER, MÜLTECİLER VE M23 GÖLGESİ
Bu anlaşma, doğu Kongo’da M23 adlı isyancı grubun stratejik şehirleri ele geçirdiği, yüz binlerce insanı yerinden ettiği ve zengin maden yataklarını kontrol altına aldığı bir dönemde geldi. M23’ün arkasında Ruanda’nın olduğu yönünde iddialar var. Kigali yönetimi suçlamaları reddediyor, buna karşılık Kongo’daki Hutu milisleri olan FDLR’nin etkisiz hale getirilmesini talep ediyor. Ama bu çatışmaların kökü çok daha derinlerde. 1994 Ruanda Soykırımı’nda yaklaşık 800 bin kişi öldürüldü. Belçika’nın sömürge döneminde Tutsilere verdiği ayrıcalıklar, Hutu çoğunlukta biriken öfkeyi yıllar içinde patlatmıştı. Soykırım sonrası binlerce Hutu, silahlı gruplarla birlikte komşu Zaire’ye (bugünkü Demokratik Kongo)kaçmıştı. Bu, bölgedeki etnik gerilimleri daha da alevlendirdi. Kongo’nun doğusu yıllardır sadece insanların değil, altın, kobalt ve koltan gibi değerli madenlerin de savaşıyla yanıyor.
BARIŞA ÖVGÜLER, SATIR ARALARINDA SORU İŞARETLERİ
Resmî açıklamalarda barış havası hâkim. Ruanda’nın devlet gazetesi The New Times, anlaşmayı “tarihi bir fırsat” olarak tanımlarken, Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Mahamoud Ali Youssouf da gelişmeyi “bölgesel barış için dönüm noktası” olarak selamladı. Kongo Dışişleri Bakanı Thérèse Kayikwamba Wagner ise, “Asıl görevimiz şimdi başlıyor” diyerek barışın yalnızca imzayla değil, adaletle, mültecilerin dönüşüyle ve silahların gerçekten susmasıyla mümkün olacağını söyledi. Ancak Kongo’nun bağımsız gazeteleri bu sürece daha temkinli yaklaşıyor. Kinşasa merkezli Le Potentiel, L’Avenir ve Le Soft International toplumsal muhalefetin sesine kulak vermeleriyle biliniyor. Bu yayınlar, anlaşmanın uygulanabilirliğinin iç siyasi iradeye, dış müdahalelere ve sahadaki gerçek koşullara bağlı olduğuna dikkat çekiyor. Yazdıkları, kâğıt üzerindeki barış ile sahadaki gerçekler arasındaki uçurumu ortaya koyuyor.
ELEŞTİREL GÖZLÜK: BARIŞ GÖRÜNÜMLÜ MADENCİLİK
Kongo, dünyanın en büyük kobalt üreticisi. Koltan, altın, bakır, lityum gibi stratejik öneme sahip neredeyse her şey bu ülkede var. Elektrikli araçlardan savunma sanayisine kadar pek çok sektör, bu minerallere muhtaç. Trump, imzadan sonra açık konuştu: “Kongo’dan çok fazla maden hakkı alıyoruz. Bu bizim için büyük kazanç.” Aynı günlerde Newsweek’te çıkan haberde, ABD’nin yaptığı anlaşmanın Çin’in nadir toprak metalleri üzerindeki etkisini kırmayı amaçladığı açıkça yazıyordu. Çin’i bu tabloda unutmamak gerekir, 10 yılda Afrika’ya büyük yatırımlar yaptı. “Kaynak karşılığı altyapı” modeliyle yollar, demiryolları ve barajlar inşa etti. ABD, Çin’in bölgedeki etkisini dengelemek ve kendi şirketlerine alan açmak istiyor. Kısacası, bir yanda madenler, diğer yanda süper güçlerin bilek güreşi. Bu durumda “barış” biraz da yeni bir yatırım fırsatı anlamına geliyor. Birçok düşünür, bu tür süreçleri “barış paketli sermaye hamlesi” olarak okuyor. Kalkınma, istikrar, dış yardım. Bu süslü kavramların arkasında, çokuluslu şirketlerin madenlere el koyduğu model işliyor. Kongo ise ABD’ye “güvenlik karşılığında kaynak” teklif etti. Bu da pek “eşitler arası bir ortaklık” gibi görünmüyor. Üstelik diplomatik süreci yürüten kişi, Trump’ın danışmanı ve aynı zamanda kızının kayınpederi olan iş insanı Massad Boulos. Yani barış süreci hem aile içi mesele, hem de ticaret anlaşması gibi görünüyor. ABD diplomasisi, bu kez adeta aile şirketi modeliyle çalışıyor.
SONUÇ: “MADE İN CONGO” ETİKETLİ BİR BARIŞ MI?
Demokratik Kongo, yüzyılı aşkın süredir sömürgeciliğin, savaşların ve uluslararası çıkar oyunlarının merkezinde. Şimdi bir barış anlaşması var, ama halkın mı yoksa şirketlerin mi yararına olduğu hâlâ tartışmalı. Gerçek barış, sadece silahların susmasıyla değil, kaynakların adil paylaşımıyla, hesap verebilir bir yönetimle ve halkların kendi kaderini tayin hakkıyla gelir, gelmeli… Aksi takdirde sadece yeni bir sömürü düzenine “barış” adı verilmiş olur. Kim bilir, belki bir gün üzerinde “Made in Congo” (Kongo Malı) yazılı elektrikli bisikletler dünya pazarına çıkar. Ama bugünkü haliyle bu barış, sanki “Made for US Corporations” (Amerikan Şirketleri İçin Üretilmiştir) damgası taşıyor.