Home Kıbrıs iktibas Pınar Taş Uyy Ben Ölim Loo; Belleğin Yankısı, Devletin Gölgesi – Pınar Taş

Uyy Ben Ölim Loo; Belleğin Yankısı, Devletin Gölgesi – Pınar Taş

0
59

Metin Göktepe öldürüldüğünde ilkokuldaydım. Çocukluğumun o naif döneminde, evimize çöken ağırlığı kelimelere dökemesem de içimde bir şeylerin kırıldığını çok net hatırlıyorum. Annemle babamın gözlerindeki o tarifsiz keder, bir çocuğun dünyasında tarif edilemeyen bir boşluk yaratıyor. O günlerde hayat ilk kez adaletle karşı karşıya geldi ama yüzünü göremedi.

Ferhat Tunç’un, Metin’in annesinin ağıdına bestelediği o şarkı “Uyy ben ölim looo…”bizim evde, bizim yüreğimizde yankılanıyordu. O şarkı sadece bir annenin feryadı değildi. O, devletin elleriyle aramızdan aldığı her insan için halkın kolektif vicdanının attığı çığlıktı. Okulda şarkı söylemek için tahtaya çıktığımda bu ağıdı söyledim defalarca. Öğretmenlerin şaşkın bakışlarını, arkadaşlarımın anlam veremeyen yüzlerini hatırlıyorum. Benim için bu bir protesto değildi, içimde kalan yasın, çocuksu bir biçimde dışa vurumuydu. Henüz bilmeden politik bir tavırdı. Çünkü bazı şarkılar, bazı ağıtlar istemsizce politiktir. Acının doğası gereği

Yıllar geçti. Yıllar boyunca başka Metin’ler, başka adlar düştü toprağa. Sonra bir gün Kıbrıs’a geldim ve Kutlu Adalı’yı öğrendim. Ve bir kez daha anladım, coğrafya değişse de hikaye değişmiyor. Aynı karanlık eller, aynı suskunluk, aynı infaz. Bir yanda Göktepe, öbür yanda Adalı. Biri İstanbul’da dövülerek öldürülmüş bir gazeteci, diğeri Lefkoşa’da evinin önünde susturulmuş bir aydın. Adları farklıydı, ama kaderleri aynıydı. Ve her ikisinin de ardından yankılanan ağıt aynıydı: “Uyy ben ölim looo…”

Bellek bu topraklarda bir yük değil, bir görevdir. Çünkü unutan, yeniden kurban olur. Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs’ta belleği yönetmek bir iktidar stratejisidir. Faili meçhuller, aslında failleri bilinen ama cezasız bırakılan devlet suçlarıdır. Bu yüzden Göktepe’nin cesedi adaletin çürümüşlüğüne, Adalı’nın ölümü ise işgal altındaki bir vicdanın fotoğrafına dönüştü.

Bu topraklarda gazetecilik bazen ölümü göze almak anlamına geliyor. Gerçeği dile getirenin sesi önce susturuluyor, sonra itibarsızlaştırılıyor, en sonunda da bedeninden ediliyor. Devletin resmi söylemi ise her zaman hazır; araştırıyoruz…Ama halk, annenin feryadını unutmaz. Unutmamalı da. Çünkü her “Uyy ben ölim looo” yankısı bir başka hakikatin mezar taşına kazınıyor.

Bu hikayelerde bireysel yas, toplumsal bir isyana dönüşür. Çünkü bizim coğrafyamızda yas tutmak da bir direnme biçimidir. Biz yalnızca Metin Göktepe’nin, Kutlu Adalı’nın anısını yaşatmıyoruz, onların bize bıraktığı sorumluluğun da taşıyıcısıyız. Her unutturulmak istenen ismin ardından yazılan şiir, çekilen belgesel, yapılan şarkı, bir hafıza zincirinin halkası oluyor. Belleği canlı tutmak bir eylemdir, ve bu eylem suskunlukla değil, ses vermekle olur.

Bir zamanlar tahtaya çıkıp ağıt söyleyen o çocuk artık büyüdü. Ama içindeki çığlık hiç dinmedi. Çünkü bu ağıt, sadece bir şarkı değil, öldürülen gazetecilerin, susturulan kalemlerin, faili meçhullerin, toplu mezarların, kayıpların ortak diliydi… O çığlık, susturulmak istenen her hakikatin yankısıydı…

Ama artık ağıtların yerini sorular alıyor.. Kaç Metin daha öldü? Kaç Kutlu daha susturuldu? Ve en önemlisi, biz sustuk mu? Her soruyla birlikte belleğin zincirine bir halka daha ekleniyor. Her unutulan, bir kez daha öldürülüyor. Her hatırlayan, yeniden direniyor.

Çünkü bu coğrafyada yas tutmak, sessizlik değil, direniştir. Metin Göktepe’nin, Kutlu Adalı’nın anılarını yaşatmak yalnızca bir saygı değil, bir sorumluluktur. Her şiir, her belgesel, her şarkı bu sorumluluğun sesi, hafızanın direngen nefesidir. Belleği canlı tutmak, unutturmamak, susmak değil, konuşmaktır. Ve konuşan her ses, o çocuğun içindeki çığlığı bugüne taşır…

No comments

Yorumunuzu ekleyin

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.