Sayın Şener Levent için Erdoğan yönetimi tutuklama kararı çıkarmış. KKTC mahkemesi aracılığıyla Levent’e tebligat yapılmış, Avrupa gazetesinin bugünkü nüshasına göre.
Tutuklama, KKTC ve TC arasında imzalanan “Adli Yardımlaşma” sözleşmesine dayanıyormuş. Tebligat’ta Levent’in Türkiye’de gıyabında açılan dava sonucunda “istinafa başvurmadığı için bir yıllık cezasının kesinleştiği ve 10 gün içinde iki fotoğrafı ile birlikte (TC) Cumhuriyet Başsavcılığına tutuklanması için başvurusu “istenmiş. Kendisi teslim olmazsa yakalama emri de varmış.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi vatandaşı olmayan, iddia edilen “suçu” TC topraklarında işlemeyen bir kişiye böyle bir tutuklama kararı çıkarmasına zemin hazırlayan “Adli Yardımlaşma” haliyle çok önemli. Fakat, ona odaklanmadan önce konuyu biraz daha aydınlatmak açısından eski kıdemli yargıç ve Levent’in avukatlığını yapmış Sayın Tacan Reynar’ın paylaşımına bir bakalım.
“Hiçbir devlet kendi vatandaşını, kendi ülkesinde BERAAT ettiği ithamlardan dolayı İKİNCİ kez yargılayan başka bir devlete, o devlette GIYABINDA yargılama yaptı ve ceza verdi diye İADE EDEMEZ!”
“Burada yargılama yapılmamış olsa bile vatandaş başka bir devlete iade edilemez… Sn Şener Levent, Ankara’da aleyhine açılan davaların bazılarından burada beraat etti. Bunun için yıllarca mücadele verdik – duruşma yapıldı, mahkeme beraat verdi, savcılık istinafa gitti, Yüksek Mahkeme beraat verdi. Diğer davalardan yargılanmadı bile, yargılayacak bir şey yoktu çünkü. Ankara tarafından bizim yargımızın verdiği kararlar hiçe sayılarak, devlet dedikleri yapıda olması gereken egemenlik, vatandaşın temel haklarının korunması, kollanması ve gerektiğinde vatandaşın yanında duracak bir ciddiyetin şu anda alaşağı edilmeye çalışıldığını görüyoruz. HİÇBİRİMİZİN HUKUKİ GÜVENLİĞİ YOK ARTIK”
Reynar’ın getirdiği açıklamalardan sonra, Erdoğan diktatörlüğünün siciline de hesaba katınca fazla söze gerek kalmaz sanırım.
Ortada suç yok, suçlu yok, olmayan suçlunun iadesini gerektirecek gerçek anlamda yasal ve meşru bir zemin de yok.
Peki ne var? Artık gözü görmez diktatör saldırganlığının son demlerinde eriştiği klasik doruk var. Güçler ayrılığının, yargı bağımsızlığının, hukukun üstünlüğünün yerinde yeller estiği, tek adamın elinde siyasi tahakküm vasıtası olduğu, bununla doğru orantılı olarak ülkedeki sosyo-ekonomik ve yaşanırlığa dair sorunların büyüdüğü, büyüyen sorunlara karşılık tahakküm ve despotizmin dozunun yükseldiği – yükselen dozla sosyo-ekonomik iflasın derinleştiği bir döngü, dibe çöküş var. Şu anda gelinen noktada, şaibeli seçimlerin dahi artık tek adam için büyük risk teşkil ettiği ve artık rafa kaldırılmasını gerektiren sosyal çatışmanın son safhasına ulaşılmış gibi.
Türkiye tek adam faşizmine şimdi geçmedi. Geçiş esasında “ana muhalefet “parti liderinin “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” deyip diktatörleşmenin eşiğindeki iktidarla işbirliği yapıp, süregelen rejime gerçek anlamda demokratik alternatif teşkil eden parti liderlerinin siyasi rehine haline getirilmesiyle oldu.
Şimdi “Adli Yardımlaşma” sözleşmesine dönelim. Ve işe 14 Mart 2019 yılında yaptığım paylaşımla başlayalım:
“Baybars ile Soylu arasında yapılan anlaşmanın içeriği hemen açıklansın. Kıbrıs’ı ve halkını Türkiye’ye kabus yaşatan tek adam faşizminden korumakla yükümlü siyasilerin yaptığı hainliğin boyutunu bilelim.”

Evet, mevzu bahis anlaşma Şener Levent’in Kudret Özersay ile konuşması sonucu öğrendiğine göre, Erhürman’ın başbakan olarak görev yaptığı dörtlü hükumet (CTP-HP-DP-TDP koalisyonu) döneminde, Baybars içişleri bakanı iken yapılmış ve imzalanmış. 90lı yıllarda da benzer anlaşmalar yapılmış.
Şimdi, Şener Levent Türkiye’deki tek adam rejiminin hedefindeyse, daha geçen gün suçsuzluğu AİHM tarafından tekrar tescil edilmiş Demirtaş misali rehin tutulma ile yüz yüze ise bunun sorumlusu kimdir? Buna zemin hazırlayan anlaşmayı imzalayan yetkililerdir açık ve net olarak.
Böyle bir anlaşmanın yarattığı riski biz görebiliyorsak, yazıp çizebiliyorsak, onların görmemesi mümkün müdür?
Bu insanlar yıllardır siyasetin içinde olup TC rejiminin nelere kadir olduğunu yaşadıkları trajedilerle gören kişiler. Örneğin Serdar Denktaş’ın kardeşi Raif Denktaş var. Katlinin yıldönümünü daha geçen gün andığımız Yenidüzen yazarı Kutlu Adalı var. Zamanın içişleri bakanı, Ayşegül Baybars avukat. Başbakanı Tufan Erhürman avukat, başbakan yardımcısı Kudret Özersay avukat.
Kıbrıs’ın TC derin devletine yedirecek aydını, insanı yoktur. Adalı’dan, Gürkan’dan, Ayhan Hikmet’ten, Derviş Ali Kavazoğlu’ndan, vurulan, bıçaklanan ama ölmeyen ve kan kaybından ölsün diye tedhişçilerin arabasında dolaştırılan Fazıl Önder’den, yattığı yatağında öldürülen 26 yaşındaki Ahmet Yahya’dan sonra kaybedecek canımız yoktur.
Şener Levent’i TC rejimine teslim etmek bir tarafa, Levent’i ve bundan sonra hedef alınacakları korumak için hareket etmeliyiz.
Peki ne yapılabilir?
Faraziyi bırakıp stratejimizi somut olarak uluslararası hukuk ve meşruiyet üzerine kurmak en isabetli olur.
Hukuk ve meşruiyet açısından var olan Kıbrıs Cumhuriyeti’dir.
Mağdur olarak Şener Levent ve mağduriyete yol açan faaliyet içinde bulunan birinci derecede fail Ayşegül Baybars ve artan sorumluluk sırasına göre Kudret Özersay ve Tufan Erhürman Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşıdır.
Eğer bir vatandaş herhangi bir suç şebekesi ile başka bir vatandaşın hayatını veya özgürlüğünü tehlikeye atacak şekilde faaliyette bulunursa bu suç teşkil etmez mi? Ettiğine göre, bir Kıbrıslı olan Şener Levent’in can güvenliğini ve özgürlüğünü yabancı bir güçle işbirliği yapıp tehlikeye atmak da suçtur.
Bu bağlamda zaman kaybetmeksizin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve Avrupa Birliği’nin kanunları doğrultusunda hukuksal işlem başlatmak, sözü geçen dörtlü hükumet dönemi sorumluları hakkında dava açmak ve bu süreçte Şener Levent’in güvenliğini sağlamak için her yasal mekanizmayı devreye sokmak şarttır.
Şener Levent sadece Türkçe konuşan Kıbrıslıların değil tüm Kıbrıslıların yaşayan değeridir. Ve mücadele hukuk odaklı olacaksa da, başarısı Kıbrıslıların bir bütün olarak ve güçlü bir şekilde siyaseten devreye girmesiyle mümkün olur. Sonuçta yoldaşlığın, yurttaşlığın en hası ortak yurt mücadelesinin ateşinde oluşur.
Esas meseleyi ifade etmişken Sayın Tacan Reynar diğer yoldaşlar için de naçizane bir not düşmek isterim. Daha geçen gün Erhürman’ın önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde desteklenmesini savunan bir yazı paylaşmıştı. Umarım mevzu bahis musibet sonucunda, TC rejiminin bir siyasi aletini diğeriyle değiştirmesinin Kıbrıs halkları için kazanç olmayacağını görmüştür. Erhürman’ın yaptıkları yapacaklarının teminatıdır!