Neofaşist hareketleri, iklim değişikliği gerçekliğini veya en azından insan davranışlarıyla olan bağlantısını çeşitli derecelerde sorgulamaya iten nedir?

Rekor kıran bir sıcak dalgası Avrupa ve Kuzey Amerika’nın büyük bir bölümünü etkisi altına alırken, çevre bilimcilerin uzun süredir uyarıda bulunduğu ve geç olmadan acil önlem alınması çağrısında bulunduğu iklim değişikliği ve küresel ısınma giderek daha fazla teyit edilirken, gezegenin ve üzerinde yaşayan insan ve hayvanların geleceği için endişe verici bir dönemeçte, neofaşist hareketleri, iklim değişikliğinin gerçekliğini veya en azından insan davranışlarıyla olan bağlantısını çeşitli derecelerde sorgulamaya iten nedenlerin ne olduğunu sormak yerinde olacaktır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, “Neofaşizm, çoğu fraksiyonunun vazgeçilmez çevre önlemlerine karşı açık düşmanlığıyla dünyayı uçuruma sürüklüyor ve böylece çevre tehlikesini daha da şiddetlendiriyor, özellikle de neofaşizm, nüfusuna oranla dünyanın en kirletici halkı olan ABD halkı üzerinde iktidarı ele geçirdiğinde.” (Neofaşizm Çağı ve Ayırt Edici Özellikleri).
İklim değişikliğinin ciddiyetini inkar etme eğilimi, milliyetçilik, etnikçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik ve özgürlükçü sosyal değerlere karşı aşırı düşmanlık gibi neo-faşizmin diğer özelliklerinden farklı olarak, ne doğaldır ne de sezgisel olarak anlaşılabilir bir durumdur. Peki, neofaşist hareketleri giderek daha belirgin hâle gelen bu gerçeği inkâr etmeye ve özellikle iklim değişikliğiyle mücadele ederek felaketi hafifletmeyi ve daha da kötüleşmesini önlemeyi amaçlayan politikalara karşı çıkmaya iten şey nedir? Araştırmacılar bu eğilimi açıklayan üç temel etken belirlemişlerdir. Bunlardan biri, aşırı sağın geleneksel ideolojik cephaneliğiyle ilgilidir; diğer ikisi ise neofaşistlerin davranışlarını belirleyen iki sınıf kutbuna, yani onların desteğini kazanmaya çalıştıkları geniş toplumsal taban ile dar ekonomik seçkinlere ilişkindir.
İlk faktör, ulus devletin ekonomik ve diğer politikalarını belirleme özgürlüğünü kısıtlayan her türlü uluslararası anlaşmayı reddeden “egemenlikçi” ve “izolasyonist” politikalarda sıklıkla görülen aşırı milliyetçiliğe dayanmaktadır. Bu davranış, uluslararası anlaşma ve politikaların şekillenmesinde en büyük etkiye sahip ülke olan ABD’de en absürt boyutuna ulaşmaktadır. Donald Trump’ın, Washington’un Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesini, sanki bu anlaşma Amerika’nın ekonomisini, özellikle de kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıt kaynaklarını kullanarak geliştirme özgürlüğünü kısıtlamak için dünyanın geri kalanının bir komplosu sonucu ortaya çıkmış gibi gerekçelendirdiğini gördük. Neofaşistlerin uluslararası çevre anlaşmalarını reddetmesi, aşırı milliyetçi bakış açısıyla ulusal egemenliği kısıtlayan her türlü kuralın kapsamlı bir şekilde reddedilmesi kapsamında değerlendirilebilir.
İkinci faktör, neofaşistlerin seçim desteğini kazanmaya çalıştıkları sosyal tabanın duygularını okşamaktır. Neofaşistler, iklim değişikliğiyle mücadelede gerekli olan yaşam tarzı değişiklikleri ve maliyetlerden dolayı bazı düşük gelirli kesimlerin hoşnutsuzluğunu istismar ediyorlar. Bu hoşnutsuzluk, neoliberal hükümetlerin, çevreye zararlı kirliliğin başlıca sorumlusu olan büyük sermayeye bu maliyeti yüklemek yerine, mücadelenin maliyetini mütevazı gelirli kesimlere yüklemeye çalıştıklarında daha da artıyor. Bu tür bir girişimin çarpıcı bir örneği, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hükümetinin 2018’de araç yakıtlarına ek vergi getirme girişimidir. Bu önlem, çoğunlukla düşük gelirli araç kullanıcılarını etkileyecekti. Bu girişim, Fransa’da bu yüzyılın en büyük halk protestolarından biri olan Sarı Yelekliler hareketini tetikledi. Hareketin hükümete karşı taleplerinden biri, nüfusun büyük bir kesimine ek bir yük getirmek yerine, en büyük servetlere vergi getirilmesiydi.
Burada, iklim değişikliği konusunda neo-faşistlerin tutumunu açıklayan üçüncü faktöre geliyoruz. Eski faşizmin bilinen özelliklerinden biri, alt sosyal sınıfların çıkarlarını savunduğunu iddia eden demagojik “popülist” retoriğine rağmen, büyük sermayenin desteğini kazanmaya çalışmasıydı. Hatta bazı durumlarda, resmi adı bu sıfatı taşıyan Alman Nazizmi gibi, “sosyalizm” iddiasında bile bulunuldu. Faşistler ile büyük sermaye arasındaki gizli anlaşma, esas olarak, geçen yüzyılın iki dünya savaşı arasındaki dönemde, yani faşizmin ilk dönemlerinde yaşanan ekonomik krizin ortasında, sosyal demokrat ve komünist kanatları ile işçi hareketinin yükselişinden duyulan korkudan kaynaklanıyordu.
Ancak bugün, işçi hareketinin neoliberal saldırılar ve teknolojik değişimle önemli ölçüde zayıflamasıyla, büyük sermayenin neofaşist hareketlerle işbirliği yapma motivasyonu savunma amaçlı değil, saldırgan. Küçük ve orta ölçekli sermayeyi feda ederek tekelci büyümesini korumaya çalışan bir tür büyük sermaye ile karşı karşıyayız. Bunu yapmak için, kapitalist gelişimin temel itici gücü olarak rekabeti korumaya adanmış bir ekonomik liberalizmden esinlenerek, tekelleri sınırlamak için daha önce getirilen kısıtlamaları ortadan kaldırması gerekiyor. Bu bakış açısından çevre politikaları, sermayenin özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar olarak algılanır; oysa bu özgürlük, doğası gereği çelişkili bir nitelik taşır, çünkü tam ve sınırsız bir özgürlük kaçınılmaz olarak, aynı özgürlüğü baltalayan tekellerin ortaya çıkmasına yol açar.
Bunun en belirgin örneği, önde gelen ABD kapitalistlerinden biri ve aralarında neofaşizmin en önde gelen savunucusu ve destekçisi olan Peter Thiel’dir. Thiel, Donald Trump’ın başkanlık kampanyasının en ateşli destekçilerinden biriydi ve aynı zamanda Trump yönetiminin neo-faşist ideolojisinin yarı resmi sözcüsü olan Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in siyasi babası olarak da bilinir. Thiel, tekellerin sınırsız zenginleşme yoluyla teknolojinin engelsiz ilerlemesini sağladığını savunarak, tekellere olan tercihini utanmadan ilan ederken, çevre politikalarına uluslararası rekabeti kısıtladıkları gerekçesiyle karşı çıkıyor! Bu görüşünü, Trump’ın son kampanyasını destekleyen ve Avrupa hükümetlerinin kendilerine dayatmaya çalıştığı kısıtlamalar ve vergilerle mücadele etmek için ona bahis oynayan, ileri teknolojiler ve bunların ticaret ve sosyal medyadaki uygulamalarında tekel sahibi olan ABD’li şirketlerle paylaşıyor. Trump, tüm dünyaya karşı ilan ettiği ticaret savaşında bu görevi gündeminin en üst sırasına yerleştirdi.
Çeviri: İmdat Freni Çeviri Kolektifi