Türkiye demokratik yoksunlukla karşı karşıya. Seçilmiş belediye başkanları, mafyatik itirafçılar yoluyla hedefe konuluyor; rejim kendini böyle pekiştirmeye çalışıyor. Yılgınlık bilmeden ‘iradenin iyimserliği’ne en ihtiyaç duyulan bu dönemde, aydınlığa çıkmak için hep birlikte yürümekten başka bir çıkar yol görünmüyor

Türkiye hızla müthiş bir yoksulluğa, yoksunluğa sürükleniyor. Bu kez evini geçindirmek anlamında yoksul yurttaşların sayısının artmasından, atıl işgücü oranının yüzde 30’ları aşmasından, giderek kredi kartı ve ihtiyaç kredisi borcunu ödeyemeyenlerin tırmanmasından söz etmiyoruz.
Bugünkü sorun, ülkenin tamamen “kuralsızlaşması, kanunsuzlaşması, anayasasızlaşması, meclissizleşmesi, muhalefetsizleşmesi, hatta seçimsizleşmesi ” ile kendini gösteren “demokratik yoksunluk”. Ülke adeta tek bir merkezden, Saray’dan yönetiliyor, orada konuşlanmış danışmanların bir sinyali ile insanlar şipşak içeri alınabiliyor.
Anlaşıldığı kadarıyla iktidar, yerel yönetimlere yönelik “yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, irtikâp” iddialarının inandırıcılık kazanamadığını, toplumun vicdanında karşılık bulamadığını görmüş olacak ki, bu kez mesnetsiz yeni gözaltı ve tutuklamalarla CHP’li belediyeleri yönetemez duruma düşürme, muhalefeti aciz gösterme, diz çöktürme stratejisine yönelmiş görünüyor. Yandaş kanallarda sürekli, Özgür Özel’in müzakereden kaçındığı, kutuplaşma siyasetine yöneldiği, uzlaşmadan başka çaresi kalmadığı propagandası yapılıyor. Sanki “üç başkanı ver, ikisi içeride kalabilir” tarzı bir mutabakat mümkünmüş gibi…
AMAÇ SUÇLARINA ORTAK ETMEK
Amaç, rejim değişikliğini tam perçinleyecek anayasa çalışmaları masasına CHP’yi de çekmek, “ülkeye barış geliyor, çatışma sona eriyor” basıncı altında onu da suçlarına ortak etmek. İddialarından vazgeçmiş bir ana muhalefet partisi böylelikle 19 Mart sonrası yükselen toplumsal muhalefetin de öncülüğünü yapamayacağı, baskı rejimini kalıcılaştırma çabasının karşısındaki direniş hattı kendiliğinden çökeceği hesaplanıyor.
Belki iyi niyetle CHP’yi de “barış sürecine” ortak etmeye çalışan Kürt muhalefetinin de, ülkede topyekûn bir demokratikleşme dönemine girilmeden, özünde totaliter bu “Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” tasfiye edilmeden, hiçbir sorunun kalıcı olarak çözülemeyeceğini görmesinde yarar var. Nitekim son gelişmeler, özellikle 5 Temmuz’da üç belediye başkanının gözaltına alınması vakası onların da bu iyimserliğini silip atmış görünüyor.
Saldırı sadece CHP’ye ve yerel yönetimlere yönelik değil, faşizme itirazı olan kesimlerin beslendiği televizyon kanallarına, YouTube yayınlarına, sosyal medya paylaşımlarına, emeklilerden kadınlara, LGBTİ+’lardan gençlere itirazını protestoya dönüştürmeye çalışan, demokratik haklarını kullanmaya yeltenen herkese…
KAMUCU YEREL YÖNETİM ŞART
Toplum vicdanını en çok yaralayan nokta, “etkin pişmanlıktan” yararlanan mafyatik bir müteahhidin adeta “evden çalışma” yöntemi uygulayarak, peş peşe seçilmiş belediye başkanlarını işaret etmesi, “makbul vatandaş” sayılarak yandaş kanallarda övgülere mazhar olması…
Ama diğer önemli bir konu, İlhan Cihaner’in BirGün Pazar yazısında da altını çizdiği gibi, yerel yönetimlerin temel hizmetleri taşeronlara ithale etmesi yönteminin terkedilmesidir. Özellikle Avrupa’da “tekrar belediyeleştirme” diye çevirebileceğimiz, “remunicipalisation” akımı giderek güç kazanıyor. Temizlik işleri, ulaştırma, elektrik, su, doğalgaz dağıtımı gibi işler, özellikle sol belediyeler tarafından tekrar üstleniliyor, yurttaşla yerel yönetim arasına tüccarı, karı sokan neoliberal zihniyet terkediliyor. Ayrıca yurtdışından yüksek faizlerle döviz borçlanma, kur hareketlerine açık hale gelme uygulamalarının gözden geçirilmesi de büyük önem taşıyor.
LEMAN SALDIRISI TURNUSOL KAĞIDI OLDU
Özgür Özel konuşmalarında sürekli CHP’nin artık birinci parti olduğunu vurguluyor. Gerçekten anketler bunu gösteriyor. Ancak bu yetmez; demokrasiden, laiklikten, özgürlüklerden yana ayağı sağlam basan güçlerin ağırlığının yüzde 50’yi, yüzde 60’ı geçmesi gerekiyor. Özellikle merkez sağ kesimde, ayak sürüyen, gündeme göre yön değiştiren, pazarlığa açık olduğunu hissettiren, “gri bölgede” azımsanmayacak politik aktör ve küme bulunuyor. Son Leman saldırısı bu konuda bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Kültürel alanda da özellikle gençlere yönelik titiz bir çalışma yürütülmesi gereğini bir kez daha hatırlattı.
Toplumsal muhalefetin ufkunu, ne zaman, hangi koşullarda gerçekleşeceği bilinmeyen, artık yapılacağı bile kesinlikle söylenemeyen gelecekteki bir seçimle sınırlamaması önem taşıyor. Elbette sokağı canlı tutmak, ama her gün eylem yapılamayacağını bilerek, okulda, işyerinde, mahallede, yaşamın aktığı her yerde, genel siyasetle yerel sorunları dengeleyecek gündelik bir çalışma yürütmek gerekiyor.
Haliyle, muhalefet cephesinde de fikir ayrılıkları, yöntem farklılıkları bulunabilir. Eleştiriden, tartışmadan kaçınmadan, ama geniş kitlede moral bozukluğuna, yılgınlığa yol açacak kısır çekişmelere prim vermeden, aydınlığa çıkmak için hep birlikte yürümekten başka bir yol görünmüyor. “İradenin iyimserliğine” en fazla gereksinim duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Tabii ki, Lenin’in “Devrimci teori olmadan devrimci hareket de olmaz” sözünü de bir an bile aklımızdan çıkarmıyoruz.
ADANA GİBİ BAŞKAN
Perşembe günü iki saatimi Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar ile geçirdim. Pek belediyelerle işi olan, başkan makam odalarını ziyaret eden biri değilim. Belediye, benim ve kardeşlerimin de doğduğu, yakın zamana kadar harabe görüntüsü veren aile evini, “Dıblanzade Konağı” adıyla gündüz bakımevi olarak hizmete sokmayı planlıyor. Bizler için derin bir manevi değeri bulunan bu sosyal tesisin temel atma töreni için, aileyi temsilen Adana’ya gelmiştim. Zeydan başkanla da ilk kez karşılaşıyordum. Ta 70’lerde CHP Gençlik Kollarıyla siyasete atılışından, Adana Milli Mücadele tarihine, TMMOB çatısı altındaki mücadelelerimize kadar keyifli bir sohbet yapmak fırsatını bulduk. İçten tarzı, esprili üslubu, personelle kurduğu arkadaşça ilişki oldukça etkileyiciydi. Gerçekten de “Adana gibi başkan” lafına layık, Çukurova’nın canlı ve heyecanlı, mizaha yatkın, çelebi insan tipinin canlı bir örneğiydi. Bu arada, muhabbetin yanı sıra, işlerine de bakıyor; konuların ayrıntılarına egemen, pratik çözümlere yatkın bir yönetici profili hemen kendini gösteriyordu.
Saat 16’da Yüreğir’deki bir açılış için masasından kalktı ve yakında dönmesini dilediğimiz odasını birlikte terk ettik. 18.00 da Sucuzade mahallesinde tekrar bir araya geldik. Burada da halkla yakın ilişkisi, yurttaşları ismen tanıması, araya koruma filan sokmadan insanlarla sıcak teması dikkat çekiciydi. Bu arada, CHP İl Başkanı Anıl Tanburoğlu’nu tanımak fırsatını da buldum. Sıkı bir BirGün okuru olan bu genç başkanın mikrofonu eline almasıyla birikimi, siyasi konulara egemenliği kendini açıkça gösterdi. Kendisinin Hacettepe Tıp Mezunu Nöroloji Doçenti mesleki kimliğini öğrenince de, Adana için bir şans olduğunu düşündüm. Belediyeler Birliği Başkanvekilliğini de üstlenen Zeydan Karalar, İmamoğlu ve arkadaşlarını Silivri’de ziyaret edeceği için, doğrudan havalimanına yollandı. Cumartesi malum komployla gözaltına alınınca da haliyle memleketine dönemedi.
Seyhan Belediye Başkanlığından beri Adana halkının sevgisini ve takdirini kazanmış, dürüstlüğü ve samimiyeti konusunda herkesin fikir birliği içinde olduğu Zeydan Karalar’a uygulanan haksız muamele, aslında kendini seçen halkı cezalandırma, hizmetlerinden mahrum bırakma anlamı taşıyor. Düzmece yolsuzluk, rüşvet, irtikap hikayelerine sadece Adana değil, diğer il ve ilçe belediyeleri için de kimseyi inandıramıyorlar; tüm bu davaların siyasi bir nitelikte olduğu, 31 Mart 2024 seçimlerindeki yenilgilerinin intikamını almayı amaçladığı yaygın kanısını zayıflatamıyorlar. Olan da hizmet bekleyen, bu süreçleri kaygıyla izleyen yurttaşlara oluyor.