tüm yazılar:

Raziye ve Liza: “Geçmiş Yabancı Bir Ülkedir!” – Niyazi Kızılyürek

Orjinal yazının kaynağıyeniduzen.com

Liza

Geçtiğimiz günlerde iki kitap tanıtımında bulundum. Atina’da kendi kitabım Ulus Kaçağı’nın Yunancası (O Drapetis ton Ethnon) tanıtıldı, Lefkoşa’da da gazeteci-politikacı Takis Hadzigeorgiou’nun şiir kitabının tanıtımı yapıldı.  

Atina’da Ulus Kaçağı’nın tanıtım panelinde Yunanlı tarihçilerin yanı sıra, Kıbrıs’tan Takis de konuşmacı olarak yer aldı.

Takis ile eskiden beri tanışıyoruz. RİK televizyonunda yaptığı programlar bir döneme damga vurmuştu. Kıbrıs Rum toplumu için o tarihe kadar tabu sayılan pek çok konuyu ekrana taşımıştı.

O programlardan birine ben de konuk olmuştum.

Sanırım 1993 yılındaydı. Dönemin DİSİ başkan yardımcısı Yannakis Matsis ile yaptığımız programı hala hatırlarım…

Takis daha sonra siyasi yaşama atıldı ve AKEL’den milletvekili seçilerek Temsilciler Meclisi’ne girdi. Daha sonra da Avrupa Parlamentosu’na seçildi.

Doğrusu, Takis’in kitabımın tanıtımında neler söyleyeceğini merak ediyordum. Uzun zamandan beri tanışıyorduk ve söyleyebileceği bir çok şey vardı.

Fakat, Takis ilginç bir şekilde hayatımın başlangıcını, yani doğumumu ilgilendiren bir bölümü dinleyicilere aktarmayı tercih etti.

Yunanlı izleyiciler Takis’i şaşkınlık içinde izliyorlardı. Çünkü anlattığı hikaye, Kıbrıslı Rum olan Ebem Liza ile yıllar sonra buluşmamızı konu ediyordu.

Atinalılar, bir Kıbrıslı Türk’ün ebesinin Rum olduğunu duyunca çok şaşırdılar. Fakat, Takis onları daha da şaşırtacak bir sürpriz saklıyordu. Ona biraz sonra değineceğim.

Önce ebemle buluşmama değinelim.

Olay, 1984 yılında yaşanmıştı. Batı Almanya’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Bonn büyükelçiliğinden aldığım bir seyahat belgesiyle (travelling paper) Kıbrıs’ın güneyine uçmuştum ve doğduğum köy olan Bodamya’ya gitmiştim. Pasaport çıkarmak için muhtardan bir belge almak istiyordum.

Gerisini, Takis’in kitaptan seçtiği bölümden okuyalım:    

“Köyün muhtarı ile biraz hasbıhal ettikten sonra, pasaport almak için bir belge istedim. Muhtar önce hala hayatta olan Liza ebeye gidip ondan bir kağıt almamın iyi olacağını söyledi. Annemin anlattıklarından ebemin Liza adlı bir Rum olduğunu biliyordum. Fakat bir gün onunla karşılaşacağım hiç aklıma gelmemişti. Liza ebe Dali’de yaşıyordu. 1964 yılına kadar sadece köyde değil, bölgede doğan çocukların ebesi o idi. Evine gittiğimde gama harfi (Γ) gibi biriyle karşılaştım. Sırtındaki kambur yüzünden gözleri sadece yere bakabiliyordu. Oldukça yaşlıydı. Bakkal defterini andıran siyah kaplı bir kitap çıkardı ve doğum tarihime baktı. “Evet” dedi. “Sen, Halide’nin ve Mustafa’nın oğlusun, işte burada yazıyor. Sen doğduğun zaman kafan yamuk bir karpuz gibiydi, onu kendi ellerimle düzelttim. Hiç fena olmamış…” dedi.

Liza ebemin ceviz macununu yedikten sonra ona teşekkür ettim ve el yazısıyla doğumumu belgeleyen kağıdı özenle çantama yerleştirerek oradan ayrıldım.”

Takis, yukarıdaki hikayeyi aktarırken dinleyiciler pür dikkat kesilmişti. Belli ki anlatıdan çok etkilenmişlerdi.

Takis, onları şaşırtmaya devam etti ve “ benim ebem de bir Kıbrıslı Türk’tür dedi.

Adı Raziye!”

Salondakiler hayretler içinde birbirlerine bakıyorlardı.

Kıbrıslı Türk’ün ebesi bir Rum, Kıbrıslı Rum’un ebesi bir Türk!

Sadece salondakiler değil, Takis ve ben de bir birimize bakıyorduk.

Fakat, bizimkisi hayretten ya da şaşırmaktan değildi. Ülkemiz bir zamanlar neydi ve şimdi nasıl bir yer oldu diye üzgün bakışlarla yitirdiğimiz geçmişimize hayıflaıyorduk.

İçimden bir ses mırıldanıyordu: “Geçmiş Yabancı Bir Ülkedir!”

Raziye

Atina’daki etkinlikten tam beş gün sonra Lefkoşa’da Takis’in yeni çıkan şiir kitabının tanıtımı yapıldı. Takis, salonu dolduran dinleyicilere okuduğu şiirler arasında ebesi Raziye için yazdığı şiirine de yer verdi. Kıbrıslı Rumlar şiiri şaşırmadan dinlediler. Hayret edecek bir durum yoktu. Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar bu tür hikayelere aşinaydılar.

Yine de Raziye’nin hikayesi herkese dokundu, herkesi düşündürdü…

“Annem bana sık sık şu hikâyeyi anlatırdı. Akuardalya’da bir ahırda/1956’nın Aralık ayında/Karlar ve soğuklar içinde beni doğuracağında/Ne su, ne de temiz çarşaf vardı/Açlık ve bin bir zorluk/Dağlarda da EOKA ile İngilizler vardı.

Ebeyi getirsin diye dayım Turo’yu Terra’ya gönderdiler/Ebe geldi/Gelen Raziye idi/Anneme yardım etti/ Bütün gece yanında kaldı/Ertesi gün de bizimle kaldı, gece olana kadar kaldı/Beş çocuk – üç kız, bir erkek ve beşinci olarak ben –/ Yemek yaptı/Yıkadı yedirdi/Annemi de yıkadı/Sonra bizi yatırdı, öptü ve gitti/Eşeciğiyle karanlıkta dağlardan geçerek Terra’ya döndü.
 Annem Androniki, Raziye’ye büyük saygı duyardı/Bana sık sık şunu derdi: “Git oğlum, Raziye’yi bul/Onu benim için öp/O çok iyi bir kadındı…”
Ben, Raziye’yi nereden bulabilirdim ki!/Araya 1963 girdi, 1974…/Terra yıkıldı, viran oldu…
2003 mü, 2004 mü hatırlamıyorum/Mart-Nisan aylarıydı/Bir gün Yalçın diye birine rastladım/ “Nerelisin be Yalçın?”
“Kritu’danım.”
“Nerelisin dedin be? Kritu’dan mı?

“Evet, Asıl Terra’danım.”
 Konuşmaya başladık/Laf lafı açtı/Kaç kardeştiniz, nasıl kaçtınız/Annen nerede, baban nerede,
Ve sonunda konunun özüne geldik.
“Annem, ben küçükken öldü/Beş kardeştik/Babam doksanına dayandı, Lefkoşa’da yaşıyor, adı Hüseyin/Annem Terra’da ebe idi/Genç yaşta öldü.”
 “Sen ne diyorsun! Bir daha söyle, annen ne iş yapardı?”
“Ebe idi”.
“Peki, adı neydi?”
“Raziye!”
 Ayaklarım kesildi, yüreğim parçalandı, dağıldı…
1974 savaşında Yalçın’ı esir aldılar/Limasol stadyumunda tam doksan üç gün tutuklu kaldı.
Çok dayak yedi/Bizim faşistlerin Dohni’de yetmiş üç kişiyi –hepsi erkek – katlettiğini öğrenince,
Yüreği titredi/Aklından bize de aynısını yaparlarsa diye geçirdi/Ama yavaş yavaş başardı ve kurtuldu/Uzun lafın kısası/Raziye kanserden öldü/Damadını yitirdikten, kızını da depremde kaybettikten sonra çok yaşamadı/ Öldüğünde otuz altı yaşındaydı.
Bir gece o tarafa gittim. Ne o tarafı!

Ne o taraf, ne bu taraf vardır/Oraya gittim işte!

Ve Yalçın’ın kız kardeşiyle tanıştım/Raziye’nin kızıyla…
 Pişirdiği yemeği gözyaşlarıyla tuzladı/Gece yarısına doğru kadehini kaldırdı…

“Her zaman birlikte…”
 Kadehin altında, kol saatinden sarkan bir çiçek gördüm/Bir gül veya yasemin…
“Her zaman birlikte…”
 Ne yasemin, ne gül/Bir çiçek işte!

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img