Şu anda büyük bir linç ve saldırı kültürünün içinde buluyoruz kendimizi. Haberin kaynağına, doğruluğuna bakılmadan, ekleme-çıkarma ya da çarpıtma ihtimali düşünülmeden bir saldırı düzenleniyor.
Sosyal medyada gündemden pay alma telaşıyla, gerçeklikten uzak bir öfke hâkim. Muhalif olmak, Kıbrıs’ın kuzeyinde adeta yapay bir varoluş biçimi haline gelmiş durumda; hak temelli değil, haklardan hak doğurmaya çalışan, samimiyeti sorgulanabilir bir kültür oluşmuş gibi.
Bu saldırılar, insanı dünyadan ve yaşadığı coğrafyadan uzak, soyut bir yere savuruyor. Genç bir kadının ölü bulunduğu, ucunun polise de uzandığı bir süreç devam ederken yaşanıyor bütün bu nefret söylemleri, ve tahammülsüzlük örnekleri…
İdeal enternasyonal bir Kıbrıs hayalinde, farklılıkları yalnızca kısmen ve hiyerarşik biçimde kucaklayarak değil, herkesin kurtuluşunu savunan kapsayıcı bir hak arayışıyla ilerlenmesi gerekir. Ancak bu mücadele, bazı koşullarda anlam kazanabilirken, bazı koşullarda da oldukça zorlaşabiliyor.
Bugün, sosyal medya üzerinden klavye şövalyeliğine dönüşen saldırılar, üniversite öğrencisi olan Sude’yi hedef almış durumda. Haktan hak doğurmanın imkânsızlığı, Kıbrıs’ın işgal koşulları altında bir gerçekliktir. Elbette ki Kıbrıs Cumhuriyeti zemininde, yasalardan hakkı olan herkes kimlik ve pasaport alabilmelidir. Ancak işgal altındaki bölgede, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrol edemediği bir alanda, bu haklar konusunda birçok engel olduğu da açıktır.
İki resmi dil üzerinden yapılan tartışmalar, dilin ne kadar uzağında olduğumuzu da gözler önüne seriyor. Oysa Kıbrıs’ta, iyi niyetle mücadele eden, yaşadığı coğrafyanın dillerine düşman olmayan gençlere ihtiyacımız var. Konuşulan dillerin resmi dil olması da gerekmez; yeter ki ortak yaşama iradesi gösterilebilsin.
Eğer Kıbrıs’ın kuzeyi işgal altında olmasaydı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolünde, müdahalesiz bir coğrafyada doğmuş olsaydık, bu ülkeyi sevmek, bu ülkede var olmak ve yaşatmak için verilen mücadele çok daha eşit şartlarda gerçekleşebilirdi. Ancak ne yazık ki, geçmişte “Kıbrıs’ta doğmuş” gibi gösterilerek vatandaşlık alınmış örnekler varken, şimdi yalnızca iyi niyetle önerilen bazı kriterlerin bu kadar büyük saldırılara konu olması düşündürücüdür.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa Birliği toprağı olan bir ülke olarak kuzeyi işgal altında olduğu için “internal process” (iç süreç) dediğimiz bir prosedür yürütmektedir. Bu süreç, karma evliliklerden doğan çocukların da hak sahibi olmasını engelleyebilmektedir. Sadece kuzeyde doğmuş olmaları ve ebeveynlerinden birinin Kıbrıslı olmasına rağmen, Cumhuriyet’in kontrolü dışında kalmaları, onları eşit haklara ulaştırmada engel teşkil edebiliyor. İşgal rejiminden kurtulmadan, Cumhuriyet’in haklarına tam erişim sağlamak, bugün için mümkün görünmemektedir.
Keşke bu kadar insani kriterler —örneğin yaşadığımız coğrafyanın dillerini bilmek, kültürel ve sosyal faaliyetlerde birlikte yer almak— bu denli büyük bir saldırı aracı haline gelmese. İşgal koşullarında vatandaşlık verilmesi için öne sürülen kriterler arasında en insancıl olanları bunlardır. Bu kriterleri eleştirmeden önce, yaşadığımız bölgenin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolü altında olmadığını unutmamak gerekir.
Hal böyleyken, normal koşullarda vatandaşlık hakkı kimsenin karşı çıktığı bir mevzu değil, ama işgal koşulları altında, kapsayıcı ve aynı ülkede birlikte yaşamak için hiçbir irade göstermeden, iki toplumlu, çok toplumlu görünürlüğü desteklemeden, pasif bir hak beklentisi içine girmek, sadece kimlik ve pasaport hakkını talep etmek için güneyde eylem yapmak, çözüm için değil, çatışmaya yönelik hak talebi imajı veriyor sanki. Ve arkasında başka motivasyonların olduğu ihtimali hissini doğuruyor. Bunun insan ve çocuk hakkı gaspı olduğunu söylemek, samimi ve temeli sağlam olan, işgal altında olmayan, normal koşulların olduğu bir Kıbrıs’ta söylenebilirdi sadece…
“Herkes biraz Rumca, herkes biraz Türkçe bilsin” ve buna benzer diğer insancıl ifadeler, gerçekçi ve kapsayıcı öneriler bile bu kadar büyük saldırılara yol açabiliyorsa, gençlerin fikir beyan etmeye korkar hale getirilmeye çalışıldığı bir ortamla karşı karşıyayız demektir… Bu çok üzücü….