ABD ve İsrail’in önderlik ettiği kanunsuz küresel faşizm çağında, kendi kendilerine koydukları kısıtlamalar da artık geçerli değil. İran’a saldırıda gördük

çeviren Atahan UĞUR
ABD ve İsrail’in kontrolsüz saldırganlığı, dünyayı kanunsuz bir emperyal şiddet ortamına sürükledi. Ancak İran’a yönelik saldırıları, sömürgeci gücün sınırlarını ortaya çıkardı. Batılı liderler hâlâ egemenlik hayalleri peşinde koşarken, İran’ın direnişi, emperyal savaşların emperyalizmin kendisine karşı savaşlara dönüştüğü bir küresel düzeni ortaya koyuyor.
ABD ve Batılı emperyalistler, ontolojik olarak medeni, insancıl ve masum olduklarını iddia etmek zorunda kaldıklarında, barbarca eylemlerinin kapsamına bazı medenileştirici kısıtlamalar getirmişlerdi. Ancak ABD ve İsrail’in önderlik ettiği kanunsuz küresel faşizm çağında, bu kendi kendilerine koydukları kısıtlamalar artık geçerli değil.
ABD VE İSRAİL’İN GANGSTERLİĞİ HOBBESÇİ DOĞA
İsrail’in yerleşimci-sömürgeci devleti, İran’a gizli bir saldırı düzenledikten bir gün sonra, İran’ın İsrail’in ana destekçisi olan Amerika Birleşik Devletleri ile ciddi bir müzakere sürecinde olduğunu düşündüğü bir zamanda, Barış için Siyah İttifakı “Ortadoğu yanıyor çünkü ateşi İsrail ve ABD emperyalizmi yaktı.” açıklamasını yaptı. İran’ın şiddetli yanıtının ardından, İran füzeleri İsrail’in büyük şehirlerini vurdu ve ABD İran’ın nükleer tesislerine saldırdı. On iki gün sonra İsrail, Trump yönetimi tarafından dayatılan ateşkesi memnuniyetle kabul etti. Ne olmuştu?
ABD’nin İran’da “rejim değişikliği” gerçekleştirme stratejik hedefi konusunda hiçbir zaman belirsizlik olmamıştır. Ve bu politikanın uygulanma mekanizması da her zaman açıktı: Fort Israel’den, ya da bazılarının deyimiyle batmaz ABD uçak gemisi olan İsrail’den varlıkların konuşlandırılması. İran’la savaş, uzun süredir ufukta bekleyen bir ihtimaldi ve bu savaş, yirmi yılı aşkın süredir İsrail başbakanı olan Binyamin Netanyahu tarafından her zaman tutkulu bir şekilde savunuluyordu. Ancak, uzun zamandır beklenen ve kaçınılmaz olan savaşın başlamasından sadece on iki gün sonra, İsrailliler, ABD’nin tarih boyunca yaşadığı felaketleri gözlemleyerek öğrenmeleri gereken acı bir ders aldılar. ABD, Küresel Güney’de hızlı bir askeri zafer elde etmek için en etkili stratejinin ezici askeri güç kullanmak olduğuna dair yanlış bir inanç geliştirmişti. Irak’taki “şok ve dehşet” operasyonunu hatırlıyor musunuz?
Açıkça görülüyor ki, hızlı zaferler elde edilemediğinde ve çatışmalar Irak ve Afganistan’da olduğu gibi uzun süreli yıpratma savaşlarına dönüştüğünde, askeri gücün sınırları belirgin hâle gelir. Özellikle de bu güç, kendini savunmaya hazır bir halka karşı tercihli ve saldırgan bir savaşta kullanılıyorsa.
İsrail tarafından başlatılan ve ardından ABD’nin doğrudan katıldığı sebepsiz savaş, bir kez daha askerî gücün sınırlarını ve sömürgeci kibirin yıkıcı sonuçlarını gözler önüne serdi. Bu kibir, ABD’nin ardı ardına yaşadığı askerî yenilgilerle sonuçlandı ve şimdi de İsrail ordusunun yenilmezlik imajını yok etti.
İsrail’in İran’a saldırmasının ardından, Demokrat Parti Senato lideri Chuck Schumer, egemen bir devlete yönelik saldırının yasadışılığını kınamadı veya saldırının anayasaya uygunluğunu sorgulamadı. Bunun yerine şöyle dedi: “ABD’nin İsrail’in güvenliği ve savunmasına olan bağlılığı, İran’ın karşılık vermeye hazırlandığı bu süreçte, sarsılmaz olmalıdır.”
Kongre’nin diğer üyeleri açıklamalar yaptıkça, bu açıklamalarda kullanılan dilin doğrudan Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nden (AIPAC) kopyalanıp yapıştırıldığı izlenimi oluştu. Bu açıklamalarda, İsrail’in tüm söylem noktaları tekrarlandı. Bunların en önemlisi, İran’ın nükleer silah projesinin oluşturduğu yakın tehlikeydi. Oysa ABD hükümetinin istihbarat kurumları, bu projenin varlığını birkaç ay önce yalanlamıştı.
Ancak, ABD’nin saldırısının başarıya ulaşıp ulaşmadığına dair şüpheler ortaya çıkınca, Demokratlar şimdi Trump’ın askerî güç kullanımının anayasaya uygunluğu konusunda kaygılıymış gibi yaparak başka bir ikiyüzlü oyuna girişti. Bu tutum, son derece acınası ve açıkça fırsatçı bir hamledir; çünkü 1945’ten bu yana neredeyse her başkan, Kongre’den açık bir savaş ilanı ya da yetki almaksızın, ABD’yi saldırgan askerî çatışmalara sürüklemenin yaratıcı yollarını bulmuştur. Üstelik Demokratların büyük çoğunluğu, İsrail’in İran’a yönelik saldırganlığını meşrulaştıran gerekçeler sunma konusunda da istikrarlı olmuş; hatta İsrail’in bu suç niteliğindeki saldırısını, sözde “meşru müdafaa hakkı”yla savunmaya devam etmiştir.
Ve bu saldırının anayasaya uygunluğu etrafında dönen siyasi oyunlara rağmen, İran hükümetini zayıflatmaya yönelik müdahaleci adımlar için, nükleer program bahanesi altında her iki partiden de destek olduğu açıktır. Demokratların tek istediği, uluslararası hukukun ihlaliyle ve İran’a yönelik saldırının yol açtığı binlerce İranlının ölümüyle, yani en temel insan hakkı olan yaşam hakkının ihlaliyle, bu sürece onay vermeden önce kendilerine danışılmış olmasıdır.
ABD İÇİN BİR DİĞER STRATEJİK YENİLGİ KAÇINILMAZDIR
İran halkı ve Batı emperyalizmine karşı süren mücadelede yer alan tüm halklar ve uluslar için elimizde er ya da geç lehimize işleyecek belirleyici bir silah var: beyaz üstünlüğü psikopatolojisi. Bu rahatsızlık, maddi olmayan bir kavramsal çerçeveyi temsil etmekle birlikte, daha sonra “Avrupalılar” veya beyazlar olarak adlandırılacak halklar ile Avrupa dışı dünya arasında ilk önemli temasların kurulmasından bu yana milyonlarca insanın yaşamları, toplumları ve kültürleri üzerinde maddi bir etki yaratmıştır.
Bu olgu, şöyle tanımlanabilir:Sözde beyaz insanlar ve Avrupa medeniyetini merkeze alan ve etkilenen kişilerin nesnel gerçekliği diğerleriyle aynı şekilde algılayamama durumuna yol açan, ırksal bir narsisistik bilişsel bozukluk. Bu rahatsızlık, sözde beyazların ırkına indirgenemez, ancak Pan-Avrupa sömürge projesinin ideolojik ve kültürel mekanizmalarıyla karşı karşıya gelen herkesi etkileyebilir. Bu hastalık, Avrupalıların nesnel dünyayla kopukluğunun, Avrupalı karar vericilerin, Avrupalı olmayanlarla ilişkilerinde kendi çıkarlarına ters düşecek politikalar ve siyasetler oluşturmalarına kaçınılmaz olarak yol açmasını sağlar. Buna bir örnek, Batılı karar alıcıların dünyadaki gelişmeleri ve güç dengelerindeki değişimi fark edememesi ve bu yüzden Batılı ülkelerin artık birkaç yıl öncesine kadar sahip oldukları gibi başka halklara irade dayatamayacaklarını görememesidir.
NATO ile Rusya arasındaki vekâlet savaşı (Biden yönetiminin kurguladığı), ve ABD/İsrail’in İran’a saldırısı, bu zihinsel bozukluğun tam anlamıyla örnekleridir. Biden yönetimi, Rusları Ukrayna sınırlarını geçmeye kışkırttıktan sonra ekonomik yaptırımlar uygulayabileceğini, dünyadaki diğer ülkeleri bu yaptırımları desteklemeye zorlayabileceğini, Rus para birimini yok edebileceğini ve “rejim değişikliği” sağlayabileceğini düşünerek kendini kandırdı.
İran konusunda ise İsrail ve ABD’den gelecek iki aşamalı bir askerî saldırının, İran hükümetini çökerteceği, ardından da yeni sosyal güçlerin ortaya çıkıp yönetime geçeceği ve İsrail ile ABD ile iş birliğine açık olacakları varsayılıyordu. Her iki durumda da, yeni küresel çok kutupluluğun gerçeklerinden kopukluk ve ABD ile Avrupa’nın göreceli düşüşü, her iki projenin de stratejik başarısızlıkla sonuçlanmasının kaçınılmaz olduğu anlamına geliyordu.
Ancak bu psikolojik bağlılık nedeniyle, Ukrayna’daki stratejik yenilgi ve İran’da yaklaşan başarısızlık, fark edilme kapasitesinin ötesindedir. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen için Ukrayna’daki savaşın dersi, Avrupa’nın yeniden silahlanması ve savaşa daha açık bir bağlılık oldu. Bu durum, Yanis Varoufakis’in şu tespiti yapmasına neden oldu: “Avrupa Birliği artık tam anlamıyla bir Savaş Projesi haline gelmiştir — bu proje bizi ya kalıcı bir savaşa sürükleyecek ya da daha da iflas ettirecek, ya da muhtemelen her ikisini de yapacaktır”
İran’ın yenilmesine izin verilmeyecek. İran; Şanghay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği ve BRICS+ grubunun bir üyesi. Eğer İran, ABD ve İsrail tarafından yok edilirse, bu projelerin tümünün meşruiyeti ve sürdürülebilirliği sorgulanır hâle gelir. Bu oluşumlar, eğer üyelerini ABD ve Avrupa’nın saldırgan ve yasadışı egemenlik ihlallerine karşı savunamıyorsa, nasıl olur da barışçıl kalkınma ve refah için alternatif bir model sunduklarını iddia edebilirler? Üyelerinin güvenliği ve ulusal savunması sağlanmamışken, daha büyük ekonomik işbirliği, ticaret ve yatırım nasıl mümkün olabilir?
Bu yüzden İranlılar şu anda taktiksel bir zaferi kutluyor. İran halkı ve dünya halkları artık her zamankinden daha net biçimde şunu görüyor: ABD ve İsrail gibi başına buyruk devletlerin tehdidine ve şiddetine karşı kendini savunabilmenin tek yolu, kolektif öz savunma araçları geliştirmektir. Trump’ın çelişkili ve karmaşık açıklamaları, Trump’ın da söylediği gibi ‘ne halt ettiklerini bilmeyenlerin’ yalnızca İran ve İsrail’de değil, bizzat Beyaz Saray’da da bulunduğunu gösteriyor.
İsrail’in İran’a yaptığı gizli saldırının ardından ABD Dışişleri Bakanı, ABD’nin bununla hiçbir ilgisi olmadığını iddia etti, ancak çok kısa bir süre sonra Başkan bu açıklamayı çürütmüştür. Başkan Yardımcısı, birkaç gün önceki doğrudan ABD saldırısının hedefinin yalnızca İran’ın nükleer tesisleriyle sınırlı olduğunu ve “rejim değişikliği” ile hiçbir ilgisi olmadığını söylemiş, Trump ise rejim değişikliğinin “İran’ı yeniden büyük yapmak” için meşru bir hedef olabileceğini tweetlemiştir. “Emperyalizm yenilebilir. Her yerde savunma pozisyonundadır ve bu onun zayıflığıdır.” Bu gezegenin halkları için, Batı emperyalizmine karşı direnişimizde tüm tereddütleri bir kenara bırakmanın zamanı geldi. İran’ın zaferi, geçici de olsa, emperyalist savaşları emperyalizme karşı savaşlara dönüştürebileceğimizi doğruluyor.