tüm yazılar:

Interbellum – Kansu Yıldırım

Orjinal yazının kaynağıevrensel.net

Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemi ifade etmek için kullanılan “interbellum” (savaş-arası) evresinde birçok toplumsal, siyasal, askeri ve ekonomik değişim gerçekleşti; yeni teknolojik atılımlar ve yeni ideolojiler ortaya çıktı. Ancak bu dönemin siyasal açıdan en karakteristik özelliği emperyalist bloklaşmada küresel hakimiyetin tam anlamıyla tek bir tarafta bulunmamasıydı.

Dünya; ABD ile Çin arasında başlayan ticaret savaşlarından bu yana interbellum evresinde daha hızlı yol alıyor ve yeni bir büyük savaşın habercisi niteliğindeki semptomların sayısı giderek artıyor. Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail’in Gazze soykırımı ve şimdi İran saldırısı gibi devam eden savaşlar ve düşük yoğunluklu çatışmalar artarken, Gazeteci Pepe Escobar’ın ifadesiyle Ukrayna’da Neonazilerin, İsrail’de siyonist soykırımcıların ön saflarda olduğu yeni vekalet savaşları şiddetleniyor. İsrail’in İran’ın nükleer programını öne sürerek başlattığı saldırılar da bu semptomlardan bir tanesi.

Uluslararası kamuoyunun “nefsi müdafaa” olarak adlandırdığı ve “medeniyetler çatışması” konseptine uyarlamaya çalıştığı İsrail’in Filistin işgali ve İran saldırıları, Batı emperyalist blokunun hegemonluk mücadelesinin parçası olup, ABD’nin Çin ile, Batı kampının -en genel ifadeyle- BRICS ile devam eden, enerji ve tedarik zincirlerini içeren ekonomik ve coğrafi üstünlük çekişmesinin iz düşümüdür. Koçbaşı olarak kullanılan İsrail’e bölgenin istikrarsızlaştırılması amacıyla milyarca dolarlık finansman sağlanmaktadır.

Askeri boyut: ABD-İsrail ilişkisi

Ortadoğu’da savaş makinesi olarak inşa edilen ve topyekûn savaş mantığına göre hareket eden İsrail’in siyasal ve askeri varlığı doğrudan ABD’ye bağlıdır. Askeri tedarikçilerinin ve lojistik destekçilerinin başında Avrupa ülkeleri ve Türkiye yer alırken, NATO üyesi olmayan ülkelerle stratejik iş birlikleri oluşturmayı hedefleyen “NATO dışı müttefikler” (MNNA) listesi vardır. İsrail, Batı blokuyla da, NATO dışındaki ülkelerle ilişkilerini de yine ABD kontrolünde ve bilgisinde kurmaktadır.

İsrail’e sunulan askeri ve ekonomik yardımların başlıca amacı ABD’nin bölgesel üstünlüğünü ve küresel hakimiyetini pekiştirmek. Bu kapsamda, ABD tarafından 1971’den 2007’ye kadar İsrail’e sağlanan ekonomik ve askeri yardımın tutarı 310 milyar doları geçiyor. Brown Üniversitesinden Stephen Semler’in araştırmasına göre İsrail, 7 Ekim’den sonra yürüttüğü askeri faaliyetler için ABD’den 17.9 milyar dolarlık askeri finansman sağladı.

İsrail’in militarist yayılmacılığı ile Batı blokunun bölgedeki enerji ve lojistik koridorlar üzerindeki kontrol paradigması büyük ölçüde uyumlu. Ursula von der Leyen 7 Ekim’den sonra Hudson Enstitüsünde yaptığı konuşmada Rusya ile Hamas arasında paralellik kurmuş, “Bu krizler, birbirinden ne kadar farklı olsalar da Avrupa ile Amerika’nın tavır almasını ve yan yana durmasını gerektiriyor” demişti. Geçen sonbaharda Friedrich Merz “İsrail’e sınırsız silah teslimatı” sözü vermiş ve Almanya’nın “kendini savunma hakkını” destekleyeceğine dair güvence sunmuştu. Geçtiğimiz hafta Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık Dışişleri Bakanları Avrupa Birliği yüksek temsilcisi ile yaptıkları ortak açıklamada İsrail’in uluslararası hukuka uygun davrandığını dile getirerek ulusal güvenliğini ve halkını koruma hakkını teyit ettiler.

İsrail’in ABD’den sonraki en büyük ikinci silah tedarikçisi Avrupa’dır. Avrupa Dış Eylem Servisi’nin COARM veri tabanındaki rakamlara göre 2018-2022 yılları arasında AB üye ülkeleri İsrail’e 1.76 milyar avro değerinde silah sattı. SIPRI’nin verilerine göre Almanya İsrail’e silah ihracatını geçen yıl 326.5 milyon avroya çıkardı ve lisansların çoğu 7 Ekim’den sonra verildi. Buna ek olarak 7 Ekim’den bu yana Avrupa’dan İsrail’in askeri kuruluşlarını da kapsayan 130 araştırma projesine 126 milyon avro fon aktarıldı.

Milyarlarca dolarlık finansman İsrail’in ikili işlevini daha etkin yürütmesi amacıyla sağlanıyor. Bir taraftan Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırmak hedeflenirken, diğer taraftan bölgedeki askeri, ekonomik ve demografik dengelerin yeniden düzenlenmesi suretiyle Çin’in ve müttefiklerinin önüne set oluşturmak isteniyor.

İktisadi boyut: ABD-Avrupa ve Çin

Interbellum evresinde yaşanan en dikkat çekici gelişmelerden biri, küresel iktisadi hakimiyetin ABD ve Avrupa’dan Çin’e ve Asya-Pasifik bölgesine kayması. IMF’nin dünya ekonomik görünümü 2025 raporuna göre küresel büyüme tahmini 2025 yılı için 2.8 iken, bölgesel bazlı projeksiyonlarda Batı ile Asya-Pasifik arasındaki makasın açıldığı görülüyor. 2025 yılı büyümesi ABD için 1.8, Avrupa için 0.8, Çin’in de arasında olduğu gelişen Asya için 4.5 olarak tahmin ediliyor.

Küresel kuzey ekonomilerinde işler uzun zamandır yolunda değil. Dünya Bankasının küresel ekonomik beklentiler hakkındaki son raporunda yılın başında beklenen küresel GSYİH büyüme oranının neredeyse yarım puan düşerek yüzde 2.3’e gerileyeceği, bunun da küresel durgunluklar dışında son 17 yılın en zayıf performansı olduğu belirtiliyor. Yine rapora göre gelişmekte olan ekonomilerdeki büyüme 30 yıldır üst üste düşüş eğiliminde; 2000’lerde ortalama yüzde 5.9’dan 2010’larda yüzde 5.1’e ve 2020’lerde yüzde 3.7’ye doğru gerileme söz konusu.

2025’in ilk çeyreği için ikinci tahmine göre ABD reel GSYİH’si 2024’ün son çeyreğine göre yüzde 0.2 gerilerken, kurumsal kârlar yüzde 2.9, finansal olmayan kurumsal kârlar yüzde 3.5 düştü. Avrupa ekonomisini tek bir bölgesel birim olarak ele aldığımızda iktisadi kriz işaretlerinin arttığı görülüyor. Micheal Roberts’in hesaplarına göre 1980’lerde Avrupa yılda yaklaşık yüzde 2 büyürken dünya GSYH’sinin yüzde 25’ine katkıda bulunuyordu; 2020’lerde ise Avrupa’nın dünya GSYH’sindeki payı yüzde 15’in altına düştü ve büyüme yılda ancak yüzde 1’e ulaştı. Avrupa’nın imalat sektörü son iki yıldır daralıyor ve imalat gibi üretken sektörlerde yatırım büyümesi çok zayıf. ABD ve Avrupa bölgesinde kâr artışı yavaşlama eğiliminde.

Çin’in değiştirdiği dengelere karşı ABD ve Avrupa’nın ekonomik hegemonyayı sağlamaya dönük çeşitli atılımları devam ediyor. Çin’in ‘Kuşak-Yol projesi’ne karşı, ABD’nin yer aldığı Hindistan’ı Ortadoğu ve Avrupa’ya bağlayacak IMEC koridoru, Avrupa Birliği tarafından yürütülen Avrupa ve İç Asya arasında güzergah oluşturacak Avrupa Birliği küresel geçit projesi gibi meta ve lojistik kanallar hayata geçiriliyor.

Ne var ki, Çin’in meta üretimi ve tedarik zincirlerindeki hakimiyeti küresel ticari hakimiyet açısından en önemli tehdit unsuru olarak görülüyor. Bilderberg toplantısının bu yılki ana tartışması da Çin’in ekonomik, politik ve askeri açıdan nasıl geriletileceğine yoğunlaşıyor. Katılımcılar arasında “Çin’in büyük ulusumuz karşısında ekonomi ve ulusal güvenlik açısından oluşturduğu tehditle mücadele etmek için savaşmaya devam etmek gerekiyor” diyen Amerikan MAGA Cumhuriyetçisi Jason Smith ve “Çin benim açımdan Amerika Birleşik Devletleri için varoluşsal bir tehdittir” diyen, Trump’a yakın Ekonomi Danışmanı Robert Lighthizer gibi isimler var.

İsrail’in İran saldırısı Çin’le rekabet ve çekişme bağlamında operasyonel işleve sahip. Trump yönetiminde kısa süreliğine ulusal güvenlik danışmanı olarak çalışmış Michael Flynn’e göre “İsrail’in zaferi veya zafer algısı İsrail’in bölgedeki hakimiyetini pekiştirecek ve ABD’nin küresel hakimiyetini güçlendirecek” etkenlerden biri.

ABD’nin asıl önceliği, bölünmüş ya da parçalanmış bir İran’dan ziyade uluslararası sisteme entegrasyonunu sağlamış, Batı’nın ticari ve askeri normlarına göre hareket eden bir rejimin kurulması. İran’da devlet biçiminin dönüşümü; devlet mülkiyetindeki enerji kaynakları ile tedarik zinciri noktalarının uluslararası piyasalara açılması ve çok uluslu şirketlerin ülkeyi yatırım sahasına dönüştürmesi açısından kritik önem taşıyor. İran’ın dünyanın kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 10’una ve gaz rezervlerinin yüzde 15’ine sahip olması, Hürmüz Boğazı’nı kontrol etmesi, Kuzey-Güney Koridoru ve Kuşak-Yol hattındaki konumu itibarıyla stratejik önemi haizdir.

Batı emperyalist blokunun güdümünde ‘devletin uluslararasılaşması’ aşamasını tamamlamış bir İran, ABD’nin müttefiklerinin de müttefiki olacağı için hegemon konumunu güçlendirecektir. Örneğin Hindistan’la stratejik yakınlık kuracak İran, ABD’nin hakimiyet oluşturmaya çalıştığı “Hint-Pasifik Havzası” için de önem taşıyacaktır. Bu hakimiyet Kuşak-Yol ve IMEC gibi koridorların, küresel askeri ve ticari bağlantıların yapısını doğrudan etkileyecektir.

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img