Başarıyı değerlendirirken ilk sorduğumuz sorular; “sosyal medyada kaç beğeni aldı?” ya da “takipçi sayısı ne kadar?” oluyor. Bu basit ve yüzeysel metrikler, sanattan iş dünyasına kadar pek çok alanda insanların değerini ölçmenin bir aracı haline gelmiş durumda. Ancak bu sayıların ardındaki gerçek, sandığımızdan çok daha karmaşık.
Sanatın, üretimin ve çalışmanın gerçek başarısı, anlık popülerlikten değil; süreklilik, kalıcılık ve evrensel değerlerin bir araya gelmesinden doğar. Ancak bunun gerçekleşmesi için temel bir koşul vardır: üreticinin ve çalışanların sağlıklı, destekleyici ve güvenli bir ortamda var olabilmesi. Ne yazık ki, günümüz ekonomik koşullarında bu bir lüks olarak görülüyor.
Özel sektördeki belirsizlikler, geçici iş sözleşmeleri ve ekonomik dalgalanmalar; yalnızca bireyleri değil, üretimin ve sanatın sürdürülebilirliğini de tehlikeye atıyor. Çeşitliliğe, farklılıklara duyulan tolerans eksikliği ve üreticilerin takdir görmemesi, “arz-talep dengesi” adı altında, zayıf olanın güçlü olan tarafından yok sayıldığı bir düzeni devam ettiriyor.
Ancak şunu sormamız gerek: İş güvencesi gerçekten bir lüks mü? Aslında hayır. İş güvencesi, sağlıklı bir çalışma ortamı ve ekonomik istikrar, insanın üretkenliği ve yaratıcılığı için temel haklardır. Güvencesizlik yalnızca bireyleri değil; toplumu, kültürü ve ekonomiyi de zayıflatır. Ayrıca, fiziksel ve ruhsal sağlığı olumsuz etkileyerek daha büyük toplumsal sorunların ortaya çıkmasına yol açar.
En önemli nokta ise şudur: Bu düzensizlik ve belirsizlik içinde ayakta kalamayan bireyler başarısız değil onları destekleyemeyen sistem başarısızdır. Bir toplum, bireylerinin yaratıcı, üretken ve sağlıklı bir şekilde var olmasını sağlayacak zemini yaratamazsa, bireysel başarısızlıklardan çok, yapısal sorunlara odaklanmak gerekir. Bu noktada, sanatçılar, işçiler, girişimciler ya da yazarlar için asıl mesele, bireylerin değil, sistemin sağlıklı ve sürdürülebilir olması gerektiğidir.
Kapitalizmin bugünkü hızlı tüketim ekseni, bu temel hakları sıklıkla göz ardı ediyor. Yüzeysel başarı ölçütleri öne çıkarken, gerçek başarı; insanı merkeze alan, farklılıkları zenginlik sayan ve sürdürülebilir bir sistemde saklı kalıyor.
Sonuç olarak, iş güvencesi, ekonomik istikrar ve destekleyici bir ortam ütopya değil, herkesin hakkıdır. Bu haklar sağlanmadığı sürece, sistemin başarısızlığını sorgulamaktan çekinmemeliyiz. Gerçek başarı; yalnızca rakamlarda değil, adil, kapsayıcı ve insana değer veren bir dünyada saklıdır.
Bir bireyin yaşamını sürdürebilmesi için gereken temel hakları sağlamak, ayakta kalabilmek için bireye sürekli mücadele ettirmek değil, ona yaşama zemini yaratmaktır. Çünkü insan, ancak bu temeller üzerinde gerçek başarıyı inşa edebilir.