Çocukken Bulanık sokaklarında gördüğüm siyah paltolu adam, sırtında beyaz bir çuval taşırdı. Sakalları beyaz ve uzundu, gözümde masalsı bir Noel Baba figürüydü. Kimseyle konuşmaz, sessiz adımlarıyla caddeleri süzerdi. Çok sonra, çok geç öğrendim, Teyfur artık yoktu. Ölümünün ardından öğrendim ki, o sessizliğin ardında Zilan katliamının külleri vardı. Hayatta kalmayı başarmış, ama geçmişin ağırlığını ve devletin şiddetini sırtında taşıyan bir tanıktı.

Bulanık’ta çocuk gözümde masal olan bu figür, yıllar sonra politik bir manifesto haline geldi. Sakalları ve beyaz paltosuyla masalsı görünse de, Teyfur’un sessizliği bize geçmişle yüzleşmenin zorunluluğunu hatırlatıyor. Dünden bugüne çok şey değişti sanıyoruz, ama devletin baskı mekanizmaları hala aynı, hafızayı yok sayma ve ötekileştirme stratejileri hala devam ediyor. Teyfur’un sessiz adımları, sessiz tanıkların ve direnişin çağrısı olarak, unutturmamak, hatırlamak ve direnmek gerektiğini söylüyor. Ölümü, sessizliğinin gücünü azaltmadı. Aksine, geçmişin ve bugünün politik çığlığı haline dönüştü.
Teyfur’un çuvalı, sadece yük değil, görünmez bir tarih, unutulmuş acıların taşınabilir ağıydı. O yürüdükçe, halkın hafızasına kazınan sessiz bir direnç ortaya çıktı. Bizler hala tarihimizin çarkları arasında ezilirken, onun sessizliği bir uyarı; geçmişi inkar edenler, bugünü de yitirmeye mahkumdur. Bu coğrafyada, tanıklık edenler çoğunlukla susturulur, ama sessizlik de bir direniş biçimi olabilir…Her adım, her bakış, her fısıltı bir politik çağrıdır.
Ve bugün, Bulanık’ta çocuk gözümde masal olan Noel Baba’nın gerçek yüzü, geçmişin karanlık sayfalarını hatırlatıyor…Hafıza susturulamaz, travma yok sayılamaz, zulüm unutulamaz. Teyfur’un yürüyüşü, yalnızca bir kişinin değil, unutulmak istenen bir halkın yürüyüşüdür. Sessiz, ama derin, hüzünlü ve politik bir çığlıktır…



