Uluslararası ilişkilerde kuralları mutlak gücü elinde bulunduranın koyduğu, Karayip Denizi’nde bir kez daha kendini kanıtlıyor. ABD’nin, petrol zengini Latin Amerika ülkesi Venezuela’ya yönelik askeri kuşatması her geçen gün şiddetini artırıyor. Ağustos ayından beri sınıra demirleyen ABD filosuna denizden takviye yapılırken, havada bombardıman uçakları devriye geziyor. Ordu, belli aralıklarla bölgedeki teknelere yönelik yargısız infaz görüntüleri paylaşılıyor.
‘Uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele’ bahanesiyle başlatılan hamlede Beyaz Saray, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu ‘kartel lideri’ olarak tanımladı. ABD Başkanı Donald Trump ise ‘rejim değişikliği’ gündemiyle kara operasyonu sinyalini veriyor. Venezuela’ya göre saldırının asıl amacı ülkedeki petrol kaynaklarına erişim. Batı komşusu Kolombiya’nın Devlet Başkanı Gustavo Petro da “Trump’ın Karayipler’de gerçekleştirdiği yargısız infazlar nedeniyle yargılanması gerektiğini” söylüyor ve Washington’u ‘savaş kışkırtıcılığıyla’ suçluyor.
ABD’nin Venezuela’ya yönelik müdahaleleri yeni bir gündem sayılmaz. Fakat askeri müdahale sopasını bu kadar açık bir şekilde göstermesi, hem Karayipler’de yeni bir savaş ihtimalini ciddileştiriyor hem de Beyaz Saray’ın küresel egemenlik alanını korumak ve genişletmek için neleri göze alabileceği hakkında fikir veriyor.
Uzun soluklu kuşatma
Öncesinde, dilerseniz geçtiğimiz aylarda yaşananları gözden geçirelim.
Bu yaz Trump, ‘uyuşturucu kartelleri ile sınır dışında mücadele’ yönünde bir karara imza attı. Beyaz Saray da Maduro’yu dayanakları son derece tartışmalı bir ‘uyuşturucu örgütü’ şemasında liderlik koltuğuna oturttu ve başına ödül koydu. Çok geçmeden, ağustos ayının sonuna doğru ABD donanmasına ait üç savaş gemisi ve bir nükleer denizaltı Venezuela kıyılarına yanaştı.
Karakas yönetimi bu yığınağı bir provokasyon olarak niteledi. Maduro ise 4,5 milyon milis gücünü seferber ederek yanıt verdi. Venezuela ordusu bir yandan Karayipler’de askeri tatbikatlara başlarken, öte yandan Kolombiya sınırına yığınak yaparak uyuşturucuyla mücadelede etkin rol oynadıklarını göstermek isteyerek batı bölgelerine askeri birlik kaydırdı[1].
Venezuela Savunma Bakanı Vladimir Padrino, uyuşturucuyla mücadele araçlarının “destroyerler ve nükleer denizaltılar olmadığı” görüşünde. Venezuela yönetimi, ABD’nin uyuşturucu ticaretine karşı mücadeledeki samimiyetini sorgularken Kolombiya’da yaşananları hatırlatıyor. Maduro, verdiği bir röportajda “Askeri yöntemler başarılı olsaydı, ABD’nin bizzat askeri üslerle varlık gösterdiği Kolombiya’da bunu çoktan başarmış olacağını” dile getirerek Plan Kolombiya’yı[2] hatırlattı.
CIA yetkilendirildi
ABD’nin kuşatması sadece denizde yoğunlaşmadı. BBC’nin haberine göre Trump, geçtiğimiz haftalarda Merkezi İstihbarat Teşkilatı’na (CIA) Venezuela’da gizli operasyonlar yürütme yetkisi verdiğini kabul etti. CIA izniyle ilgili açıklaması, ABD’nin uzun menzilli B-52 bombardıman uçaklarının Venezuela kıyılarında tur atarken görüldüğü sırada geldi[3].
Trump’ın ilk döneminde ABD, 2019 yılında Maduro yerine Juan Guaidó’yu ‘Venezuela Geçici Devlet Başkanı’ olarak tanımış, askeri darbe girişimini desteklemişti.[4] Fakat uzun yıllardır Venezuela’ya karşı ağır ekonomik yaptırımlar uygulayan Washington yönetimi, Trump öncesinde de defalarca ‘iktidar değişikliği’ operasyonları yapmıştı. Ülkedeki petrol kaynaklarının ulusallaştırılmasında büyük adımlar atan Hugo Chavez’in iktidara gelmesiyle birlikte Beyaz Saray, 2002 yılında başarısız bir darbe örgütlemişti.
Bugün de yeni bir iktidar değişikliği çabasının net izlerine rastlıyoruz. Nobel Barış Ödülü’nün, sıkı bir Trump destekçisi Venezuelalı aşırı-sağcı siyasetçi María Corina Machado’ya verilmesi bunu gözler önüne serdi. Machado, Trump’ın ülkesine yönelik askeri müdahalesini destekliyor; karşılığında ise açıkça Venezuela petrolünü özelleştirme sözü veriyor. Kendisi aynı zamanda İsrail’in soykırım politikalarının da kesin bir destekleyicisi.[5]
Yargısız infazlar
Artarak devam eden askeri tehdit, Venezuela’ya yönelik dış destekli iktidar değişikliği çabalarını körüklüyor. ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth, Karayip Denizi’ne bir uçak gemisi konuşlandırdıklarını açıkladı. Bölgeye 10 bin ABD askeri sevk edildi. En az sekiz savaş gemisi, P-8 casus uçakları ve F-35 savaş uçakları Venezuela sınırında hareketlerini sürdürüyorlar. B-1B ve B-52H tipi ağır bombardıman uçaklarının başkent Karakas’ın hizasında ‘tehditkâr’ uçuşları devam ediyor.
Venezuela’nın hemen kuzeyinde yer alan Trinidad ve Tobago’ya ABD askerlerinin ‘tatbikat’ gerekçesiyle konuşlandırılması da diğer ülkeleri bu askeri saldırganlığın içerisine çekiyor. Bu gelişmeden en fazla etkilenen ülkelerin başında Kolombiya geliyor.
Şimdiye kadar ABD ordusu Karayip Denizi’nde ve Pasifik Okyanusu’nda bir dizi tekneye saldırı düzenledi ve görüntüleri paylaştı. Hegseth, son olarak ABD güçlerinin Latin Amerika’nın Pasifik kıyılarındaki dört tekneye düzenlediği saldırıda 14 kişiyi öldürdüğünü açıkladı.[6] Meksika açıklarında yaşanan saldırıdan sonra Meksika Devlet Başkanı Claudia Sheinbaum, saldırılara katılmadıklarını dile getirdi ve “Tüm uluslararası anlaşmalara saygı gösterilmesini istiyoruz” ifadelerini kullandı. Saldırılarda şu ana kadar en az 57 kişi ABD donanması tarafından öldürüldü.
Karakas yönetimi gibi Bogota yönetimi de bu saldırıların ‘yargısız infaz’ niteliğinde olduğunu savunuyor. Her iki başkent de, hedef alınan kişilerin uyuşturucu kaçakçısı olup olmadıklarının belirlenmesi ve eğer öyleyse yargıya teslim edilmeleri gerektiğini; uluslararası hukuka göre mücadelenin bombardımanla infaz biçiminde yürütülemeyeceğini vurguluyor.
Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada Trump’ın bu yargısız infazlarını sert bir dille eleştirmiş, ardından ABD vizesi Washington tarafından iptal edilmişti. Petro, komşuları ile savaşa girmeye istekli olmadıkları için Trump tarafından cezalandırıldıklarını söylüyor.
Gücün sözü
Bir kez daha, göz göre göre ABD uluslararası hukuku hiçe sayarak savaş ve askeri müdahale çağrısı yapıyor. İsrail’deki soykırım savaşına verdikleri maddi destek ve Tel Aviv’e sağladıkları dokunulmazlık gibi, yine yine gücü elinde bulunduranın kuralları dilediği gibi şekillendirme özgürlüğüne tanıklık ediyoruz. Elbette Washington’un bu küstahlığı yeni değil. Daha önce dünyanın dört bir yanında ABD, sayısız askeri darbe, fiili işgal ve ekonomik ambargo gibi yöntemlerle egemenliğini dilediği gibi genişletmeye çalışırken ezdiği ‘uluslararası hukuk’ hiçbir zaman engel teşkil etmedi. Belki artık kartlar daha açık oynanıyor. Fakat yine de farklı bir sonuç beklemeye gerek yok.
Buna rağmen ABD’nin gösterdiği ve çoğu zaman şu veya bu şekilde vurduğu sopanın varlığı her zaman başarıyla sonuçlanmadı. Sanılanın aksine güç sadece kaba haliyle sopadan ibaret değildir. Meşruiyet, örgütlü kuvvetler, hareket alanları… Tüm bunlar, tarihin kaçınılmaz olarak tepetaklak edildiği anlarda birer güç öznesine dönüşür. Dolayısıyla gücün birden fazla anlamı vardır.
Venezuela’da yaşananlar, ABD’nin genişletmek istediği hakimiyet alanıyla doğrudan ilişkili. Bu hamlenin şüphesiz bir faturası olacak. Şimdiden tepkilerin ne yönde gelişeceğini öngörmek güç. Ancak gerçek şu ki, Latin Amerika, Beyaz Saray’ın sert emperyal politikalarında önemini korumaya devam ediyor.
Dipnotlar:
[1] https://bianet.org/yazi/trumpin-guney-cephesi-abd-donanmasi-venezuela-kiyilarinda-310965
[2] https://bianet.org/yazi/venezuela-geriliminin-arka-plani-uyusturucu-mu-hegemonya-mi-311992
[3]
https://www.bbc.com/turkce/articles/cdjre1p0g4yo
[4] https://bianet.org/haber/guaido-kendini-venezuela-baskani-ilan-etti-abd-tanidi-204782
[5] https://bianet.org/yazi/trumpin-petrol-garantili-ozgurluk-savascisina-nobel-baris-odulu-312622
[6] https://www.evrensel.net/haber/580766/abd-bu-kez-latin-amerikanin-pasifik-kiyisinda-saldirdi-14-olu



