tüm yazılar:

Sistem dışı bir hayatın kıyısında: Distopya mı, hayatın kendisi mi? – Ercan Jan Aktaş

Orjinal yazının kaynağıbianet.org

oldaşlık, örgütlü, kolektif olma halimiz, dünyanın her bir kasabasında, sokağında bizi biz olarak tutabilecek, koruyabilecek en büyük değerimiz

Fotoğraf: Jorge Franganillo / flickr.com

Hayatlarımızın görünmez sınırlarını artık insanlar değil, ekranlar, barkotlar ve algoritmalar belirliyor. Bir yolculuk deneyimi üzerinden kaleme aldığım bu iki metin, teknolojinin, dijital sistemlerin ve kapitalist yaşamın gündelik hayattaki etkilerini sorgulayan bir yüzleşme çağrısıdır.

Yol arkadaşım Merdo ile çıktığımız bu rota, sadece bir yerden bir yere gitmenin hikâyesi değil; sistemin dışına itildiğimizde insanın neyle karşılaştığını, dayanışmanın ne anlama geldiğini ve “başka bir hayat mümkün” fikrinin neden bu kadar kıymetli olduğunu gözler önüne seren bir anlatıdır.

“Distopya” dediğimiz şey, belki de çoktan yaşamın kendisi haline geldi. Sistem dışı kalmanın, isminin bir listede görünmemesinin, bir kartın bloke olmasının bile bir insanı görünmez kılabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ama bu metin aynı zamanda umudu, yoldaşlığı, kolektifin gücünü ve en zorlu anlarda bile filizlenen insan kalma ısrarını da anlatıyor.

Anlatmasam olmazdı…

İletişim diline ne kadar hakimiz? Teknoloji ile nereye kadar biz, ne kadar o? Distopya mı, gerçek mi? Bir kapanda mıyız? Sorularını bu kadar yoğunlukta kendime sormamıştım. Her şey bir yolculuk ile başladı ama bitmedi. Bu yolculuğun ilk bölümünü bianet okurları için daha önceden yazmıştım.

Bu yazıda; ‘Bu yola dair bende üç başlık birikti. Birincisi turist meselesi, ikincisi demokratik ulus üzerine yeni tartışmalar ve üçüncüsü de ‘kime enternasyonalist denir? Nedir enternasyonalizm?’ Ancak ikinci ve üçüncü başlıklara dokunmadan yol almaya çalışacağım. Hazırlıklar tamamlandı, gezginler hazır. Yola çıkıldı’ diyerek turist meselesi üzerine olanını yazmıştım. Aynı yazıda ifade ettiğim ‘demokratik ulus’ ve ‘nedir enternasyonalizm?’ baslıklarını başka yazılara bırakarak yukarıdaki sorularıma odaklanarak ‘anlatmasam olmaz’ serisini bu iki yazı ile sınırlı tutacağım.

Barkot sistemi, pasaportlar ve insanlığın yitimi

Online sistem üzerinden satın aldığın biletlerin barkotunu valizlerini otobüse yerleştirdikten sonra otobüsün şoförünün elindeki cep telefondaki sisteme okutmaya çalışıyorsun, Ancak listede isim yok, ‘tekrardan bakar mısınız diyorsun? Fransızca, o İspanyolca ‘bakıyorum ancak ikinizin de isimleri sistemde görünmüyor’ diyor.

Sınır, pasaport hikayelerini kendi çözümüne göre hallederek onca yol gelmişsin, transit geçişi planladığın şehrin sokaklarında buluyorsun kendini. Zira ‘sistemde ismin yok’ itirazların bir insan tarafından çözüme kavuşturulamıyor. İnsanlar böylesi bir yetisi kalmamış. Sistemde yoksan, yoksun. Elindeki telefondaki barkot sistemi ona bundan başka bir şey söylemiyor. İnisiyatif sende ya da otobüs kaptanında değil, barkot okuyan o uygulamada.

Sokaklardasın, geceyi geçirecek bir yerler aramaya başlıyorsun, çaldığın pansiyon ve hostel kapı zillerinden, ya da aradığın telefonlardan da bir sonuç elde edemiyorsun. Kalabilecek bir yer için ancak ve ancak online satın aldığın rezervasyonların izini sürebiliyorsun. Bu kez izini sürebileceğin bir rezervasyonunda yok. Sahilde bitmeyen bir gecenin içinde buluyorsun kendini. Sosyal insan varlıkları geceleri a-caip sosyal varlıklara dönüşüyorlarmış.

Gece olmadan bunu bilmiyordum. Kimse kimsenin derdi değil. Yaşadıkların seninle kalıyor. Arada bir görünen polis araçları, gecenin bir saatinde köpeklerini dolaşmaya çıkaran kent sakinleri, çöplüklerde yiyecek arayan martılar…

Covoiturage aplikasyonu üzerinden San Sebastian’dan Barselona’ya bizden 50 km uzaktan bir kasabadan kalkacak bir araç buluyoruz. Tam 24 saat önce çıktığımız evimizde hesapta olmayan bir kasabada 34 sıcak altında araç beklerken sadece susmak kalıyor Merdo ve bana. Biraz bekledikten sonra Steve arıyor, ilk merhabalaşmada hemen anlaşıyoruz, ortak bir dilimiz olmasa da, zira Steve’in bizi aldığı aracı itina ile düzenlenmiş, yolcu değil de adeta dost/yoldaş servisi yapmaya hazır gibi.

Oturduğumuz rahat ve ferah arka koltuklarda Bask Ülkesi’nde sıkça gördüğümüz Bask’ın bağımsızlığına işaret eden fular yüzümüzü gülümsetiyor. Kendisini Basklı sanıyoruz, ancak kısa bir iki cümle ile Katalan olduğunu, Basklı arkadaşı olduğunu, bizde ona artık ‘senin Kurdistanlı yoldaşların da var’ bakışı atarak 24 saattir bitmeyen onca karmaşadan sonra derin bir nefes alıyoruz.

Steve bizi planımızdan olmayan, Barselona’dan 65 km uzaklıktaki Manresa’da bırakıyor. Eski kahverengi taş mimarisi dikkatimizi çekiyor; “Merdo burası senin şehrin MardinKatalan olsun diyorum” ve bir anlamlar yükleyerek kasabayı ufak ufak tanımaya başlıyoruz. İlk dikkatimizi çeken küçük bir Katalan kasabası olan Manresa’nın daracık sokaklarında eski mimari ve devasa kalesi oluyor, Ortaçağ’dan kalma kalesi ile başka bir tarihe çağıyor bizi adeta. Sokakta duyduğumuz İspanyol, ilk kez kulak kabartmaya çalıştığımız Katalanca dışında Arapça dilinin çok da kulağımıza çalınması dikkatimizi çekiyor. Arap, İspanyol, Katalan kültürlerinin  ahenginde şehri küçük küçük turlayarak kendimizi soluklanacağımız bir mekanda buluyoruz.

Günün sabahında bindiğimiz tren bizleri Akdeniz’in bozkır kasabalarında gezdirerek sonunda Barselona’ya getirdi. Bu şehrin sokaklarını, sokaklardaki insanların ahengini, bir birine dokunma hallerini, balkon iplerinde sarkan çamaşırların komşudan komşuya uzanmasını severim. Sokaklarının müzik ahengi de var. Ancak büyük kalabalıklar tarafından işgal edilmiş halini görmek ise bu kentin adete işgal edilmiş olduğu hissini bana yaşatır.

Gece konuğu olacağımız Ander’den de bu güzellikte bir atmosfer alıyoruz. Kürt Özgürlük Hareketi ile bir şekilde yolu çakışan Andre’nın soruları ve heyecanlarını kendimizinki ile paralel görmenin getirdiği mutluluğu yaşıyor, günün sabahında kente karışmak için valizlerimizi emanetçiye bırakmaya gidiyoruz. Ödeme işlemi yapmak isterken ikimizin de kartlarının bir anda bloke edildiğini şaşkınlık ile görüyoruz.

Çıkış noktası: Kolektifin gücü

Bir kentte bir başına, beş parasız kalma halinin tam kendisini yaşıyoruz. Bir şapelin bahçe duvarlarına tüneyip çözümlerimizi gözden geçirmek istiyoruz. Aklıma uzaklardan bir yoldaş geliyor, Nur’u arıyorum ve western Union sistemi ile para gönderiyor. Bir süre sıcaklarda yol aldıktan sonra ofise geliyoruz ve sistemde sorun var, uçmak için sorun olmayan pasaportum bu kez western union hesebımda para çekmek için engel oluyor. Zira pasaportumun tarihi geçmiş, fransızca piege kelimesi bu durmumuzu en iyi ifade eden kelime. Yani adeta bir tuzağa düşme hali. Online sistemler üzerinden dışlandığımız bir hayatın tam ortasındayız.

Kendimizi bir parktaki banka atıyoruz, açlık var, su mataralarımız boş, tepemizde 34 derece sıcaklık. Sokakta olma/kalme halleri üzerine sohbete devam ediyoruz. Sokakta olmak/kalmak zaman zaman bir tercih, sanırım zaman zaman da bizim yaşadığımız hali ile sistem dışına savrulma ile akalı olmalı diyorum. Cüzdanımdaki son iki euro ile markette bir şeyler almaya gidiyorum. Yanlış bir seçim, aldığım paketteki tatlımsı ürün yenecek gibi değil…Kalakalıyoruz, telefonum çalıyor, arayan bizim Enternasyonallistlerden Andok; “Heval neredesiniz, gelip sizi alacağım,” yüzümüze yüreğimize yayılan bir iyimserlik hali… İçinde kovulduğumuz hayatın kenarında bir yoldaş eli bizi o halimizden çekip çıkarıyor.

Uzun bir yoldan sonra çam ormanlarının içinde küçük bir kampüs çokluğunda bir kompleksin içinde buluyoruz kendimizi. Katalan sendikacı bir yoldaşın başka başka diller ve kültürlerden gelip Rojava ile daha da enternasyonelleşen Kürt Özgürlük Hareketi ile çakışan hevallerin bir aylık komünü için kullanıma açtığı kendi evi. Her birisinin başka başka politik arayışları Demokratik, Ekolojik, Cinsiyet Özgürlükçü Demokratik Modernite Paradigması ile çakışmış. Bu paradigmanın hayat bulmuş hali ile iç içe olmanın mutluluğu ve dayanışası ile sohbetler Kürtçe devam ediyor. İlk kez bir ortamda bu kadar çoklukta başka başka dillere doğmuş kişilerin bu rahatlıkta – öz güvende – Kürtçe konuşlarının şaşkılığı üzerimde, zira Kürtçe bir hayata doğmuş olsam bile onlardaki Kürtçeyi kullanmaya dair hakimiyet ve yetkinlik beni şaşırtıyor.

Dil ile birlikte gündelik hayatın içine akan kolektvizm, ortak davranışlar, gündelik hayatın sorumluluklarını paylaşma biçimleri hemen dikkatimi çekiyor. Politik adiyet üzerinden bir kültür, söylem ve davranışın ortaklığı insana güç veriyor. Günün mutfak sorumlusu arkadaşın yaptığı yemekten sonra voleybol maçı yapıyoruz. Sonrasında bir seslenme ile bahçenin bir bölümünde çember toprağa oturan hevallerin yanına gidiyoruz. Durumu anlatıyorlar, üç arkadaş bu gecenin seremonisi için hazırlık yapmışlar.

21 Haziran Katalan halkının kültüründe önemli bir yer tutuyor, Katalan arkadaş bu durumu İngilizce anlatıyor, tıpkı Kürtler başta olmak üzere Ortadoğu ve Asya ülkelerinde Newroz/yeni yılın ilk günü ne anlama geliyorsa onun tersi başka mitolojik bir anlamı var. Ateş tıpkı Newroz’daki gibi ortak sembol. San Juan, yılın en kısa gecesi olan ve güneşe en fazla maruz kalınan zamanı işaret eden yaz gündönümünü kutlamaktadır.

Gündönümü 21 Haziran’da olmasına rağmen, festival özellikle azizin bayram gününe denk gelen 23-24 Haziran gecesi kutlanmaktadır. Toprak zeminde ışıklandırılmış ağaç kuru dallarınınetrafında kurduğumuz çember müzikler ile devam ediyor. Sonrasında her birimiz kendi dileklerimizi yazdık ve ağaç dallarına astık. Sonrasında Katalan arkadaşın bizlere öğretmeye çalıştığı bir Katalan dansı ile ateşimizin etrafında dilana durduk.

Bir kez daha diyorum, kapitalist hayatın her hali ve türevinin tüketim, kullan-at modeli gündelik hayatlarımızı kuşatmış durumda. En ufak bir sendelemede bizleri seçeneksiz kılmaya çalışıyor. Ancak bir kez daha güvenli alanımızın varlığı bizi sarıp sarmalıyor. Yoldaşlık, örgütlü, kolektif olma halimiz, dünyanın her bir kasabasında, sokağında bizi biz olarak tutabilecek, koruyabilecek en büyük değerimiz.

Bu değeri çoğaltmak, örgütü, örgütlenmeyi çoğaltabilmek temel çıkış noktamız. Bir başka hayat/dünya ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Gece yoldaşların dostluğu ve sıcaklığında gözlerimiz temizdeki ayın doğrultusunda kaybolurken kendimizi güvenli ortamın hayaller dünyasına bırakıyor. Biz böyle güçlü ve güzeliz…

Yeniçağ'da yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar Yeniçağ Gazetesinin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Son Yazılar

spot_img

Son eklenenler

spot_img