6 Eylül 1971 sabahı elinde bir stetoskop ile zeminden gelen sesleri dinleyerek bir aylık bir çaba sonucunda kazılmış olan kırk metrelik tünelin çıkışını belirlemeye çalışan bir MLN-T militanı, geçici olarak el koydukları bir evin köşesinde darbe seslerini dinleyerek kazıcılara yukarı doğru yönelmeleri için işaret verecekti. Tünelin diğer ucunda ise Montevideo’nun eski ve maksimum güvenliğe sahip Punta Carretas Hapishanesinden kaçmaya hazırlanan 106 tutsak bulunmaktaydı. Tarihteki en büyük hapishane firarlarından biri olma özelliğine sahip bu operasyon, MLN-T yani Ulusal Kurtuluş Hareketi-Tupamaros üyelerinin üçüncü firar planıydı ve ilk iki deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Hapishane maksimum güvenliğe sahip eski bir bina olduğundan kalın duvarların delinmesi neredeyse imkansız bir hedefmiş gibi gözükürken, Tupaların içinde yer alan bir mühendisin varlığı yer altındaki oryantasyonu ve tünel inşasını kolaylaştıracaktı. Öncelikle hücreler arasında ulaşımı sağlayacak biçimde delikler açılmış, daha sonra da alt katta yer alan ve Tupamaros üyesi olmayan başka bir suçluyu ikna ederek ve beraber kaçma sözü verilerek toprağa doğru kazma işlemi başlayacaktı.
Tünel kazıcılarının ilk sorunu hapishanenin dış duvarının oturduğu sert zemin olacaktı. Biraz daha derine inilerek çözülen bu sorun sonrasında genişleyen tünelin havalandırılması meselesi ile karşılaşılacaktı. Ancak 1931’de anarşistlerin hapishane kömürlüğünden doğru kazdıkları tünel bulununca bu havasızlık sorunu da çözülecekti. Operasyonun ‘abartı’ olarak adlandırılması sadece tünel kazımı süreci ve kaçacak kişi sayısının çokluğundan ileri gelmiyordu. MLN-T üyeleri kaçış gecesi şehrin bir başka tarafında dikkat dağıtmak üzere gösteriler düzenlerken, bir kısım üye ise hapishanenin çok yakınında bulunan bir kilisede yardımlaşma partisi düzenlemiş ve yüksek sesle müzik yaparak çıkabilecek sesleri bastırmaya çalışmaktaydı. Sonuçta iki kamyon MLN-T üyesi, içlerinde daha sonra Uruguay’ın devlet başkanı olacak olan José ‘Pepe’ Mujica ile birlikte dünya tarihine de geçecek bir hapishane firarına imza atacaktı. Pepe hayatının aşkı olan Lucía Topolansky ile de bu kaçışta tanışacaktı.
Mujica, mart 1970’de Tupamaros’un askeri bir koluna komuta ederken, bir soygun girişimi sırasında yakalanmıştı. Zengin bir grubun altın ve yabancı para sakladığı bilgisini alan grup altınların saklandığı yere düzenledikleri baskında polis ile çatışmaya girince bu çatışmada Mujica hem dalağını hem de pankreasının bir kısmını kaybedecek ancak askeri hastanede yapılan bir operasyon ile hayata dönebilecekti. 1971 yılındaki hapishane firarının ardındansa kaçan birçok Tupa yakalanıp hapse geri dönerken Mujica’nın kaderi de benzer olacaktı. 1973 askeri darbesi sonrasında 13 sene tutuklu kalacak olan Mujica askeri hapishaneler arasında mekik dokurken işkence ve eziyette bir sınır olmayacağını deneyimleyecekti. Askeri rejim, Tupamaros’un dışarıdaki militanlarının hareketini sınırlamak için rehin olarak tuttuğu lider kadrosuna 1985’e kadar akla gelmeyecek biçimlerde fiziksel ve psikolojik işkenceler yapacaktı. Mujica bir seferinde 6 ay boyunca arkası ellerinden kelepçeli ve tele bağlı biçimde tutulduğunu anlatacaktı.
Ölümlü bir suça karışmadığı için 1985 sonrasında hapishaneden çıkan ilk grubun içinde yer alan Mujica önce annesinin evine gidip annesine sarıldıktan sonra, daha önce arkadaşları ile kararlaştırdığı gibi ilk iş olarak hapisten çıkanların toplanacağı bir lokal bulmak üzere evden çıkacaktı. 1985’te tekrar başlayan mücadele 2005’te Geniş Cephe’nin iktidara gelmesine kadar sürecek, Mujica ise 2010’da Geniş Cephe’nin başkan adayı olarak seçimlerden zaferle çıkarak devlet başkanı olacaktı. Mujica’nın mütevazı yaşantısı, meta ve maddeye değil, hayata verdiği değer ile hatırlanması kadar doğal bir şey olmamalı. Ama hayatta kazanan tarafta olmanın her düştükten sonra düştüğün yerden tekrar kalkarak tekrar başlamak ile mümkün olacağını ifade ettiği mücadeleci ruhunu da gölgede bırakmamak gerek.